Loading...
TAC 50.Yıl 2019-08-02T14:17:02+00:00

BİR 50. YIL SERÜVENİ

TARSUS AMERİKAN KOLEJİ (TAC) – MEZUNİYETİN 50. YILI (1969-2019)

                                                     

ÖNSÖZ

Tarsus Amerikan Koleji Mezunlar Derneği her sene “Homecoming” adı altında mezunlara yönelik bir etkinlik düzenler. Söz konusu etkinlik, 19 Mayıs tarihine en yakın Cumartesi günü yapılır ve tüm gün sürer. Genel olarak, Homecoming’e, beş ve beşin katları seneler önce mezun olanlar katılır. İlgili senelerde mezun olanlara sertifika veya plâket verilir.

Benim sınıfım TAC ’69 mezunudur.

TAC’den 39 kişi mezun olmuştuk. 50 yıl sonra hayatta olan 35 kişinin mümkün olan en yüksek sayıda katılımıyla bir araya gelmesine çalıştık. Aramızdan erken ayrılan Muhittin Özavcı, İrfan Bürian, Cevdet Uygun ve Ahmet Mülayim kardeşlerimizi andık…

TAC’nin 130. YILI

3 Eylül 2018, Pazartesi günü, sabah saat 05:00 civarı, İskenderun-Arsuz’da kaldığım otelden ayrılarak, motosikletimi çalıştırdım ve Tarsus’un yolunu tuttum. Arsuz-Tarsus arası 215 kilometredir;  bir sabah kahvesi molasıyla birlikte, bu mesafeyi üç saate yakın bir zamanda kat edeceğimi planlamıştım.

İstanbul’dan Arsuz’a, Ankara üzerinden üç gün evvel gelmiştim. Arsuz’da eski arkadaşlarımla bir arada olduk, 1970’lerde girdiğimiz denize tekrar girdim. İstanbul’a dönüşü Akdeniz ve Ege sahillerinde sürerek yapmayı planlamış ve güzergâh üzerinde Antalya ve Bodrum gibi yerlerde oturan arkadaşlarımı gelişimden haberdar etmiştim. Tarsus’a uğramayı planlamadım; nasıl olsa 8-9 ay sonra, yani 2019 Mayıs ayında, TAC’den mezuniyetimizin 50. yılını kutlamak üzere,  eski sınıf arkadaşları Tarsus’ta buluşacaktık.

Arsuz’dayken, telefonuma, TAC Mezunlar Derneği Başkanı Ali Cerrahoğlu’ndan (TAC ’78)  bir mesaj geldi. Ali, TAC’nin 3 Eylül, Pazartesi günü kapılarını yeni eğitim yılı için 130. kez açacağını vurgulayarak, mezunları da saat 08:30’da başlayacak açılış etkinliklerine katılmaya davet ediyordu. Tarsus’tan çok uzakta değildim. “130. Yıl” önemli bir yıldönümüydü. Arsuz’da kalış süremi bir gün azaltarak, TAC’ye doğru sürmeye başladım.

Hesap ettiğim gibi, saat 08:00 civarı okulun kapısından içeri girdim. İçerisi ana-baba günüydü. Ali Cerrahoğlu, Stickler Binası’nın önündeydi; uzun boyuyla hemen fark ediliyordu. Elimde kaskı görünce, “Abi, yine motosikletle mi geldin?” diye sordu ve beni yanındaki dört-beş kişiyle tanıştırdı. Onlar da TAC mezunu kişilerdi, ama aramızdaki epeyi sene farkından dolayı, onlarla daha önce tanışmamıştık.

“İyi ki gelmişim!” dedim kendi kendime. Lise yıllarına dönmek hoştu: Talas’tan mezun olduktan sonra lise için Tarsus’a gelişimiz, sınıf arkadaşlarım, hocalar, dersler, Adana Ayas Koleji’nden kızların okula gelişi, tarih öğretmeni İbrahim Akış Hoca’nın imtihanından tüm sınıf “0” alışımız, lise birinci sınıfta gitar çalmaya başlamam, lise ikide sahneye koyduğumuz “Kurban” adlı tiyatro oyunu, lise üçte Kızkalesi sahilinde denizde boğulmam, okul korosunu ve TAC basketbol takımını İskenderun’a götürmem, lise bitirme imtihanları gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti.  

Bizim zamanımızdaki eski futbol sahasının olduğu yere, bizim mezuniyetimizden sonra açık hava basketbol sahaları yapılmıştı.  Sınıflar teker teker, bu sahalara bakan tribünlerde yerlerini aldılar. En şaşkın olanlar, o sene Lise Hazırlık sınıfına başlayan öğrencilerdi; bir kısmı SEV Orta’dan TAC Lise’ye devam edenler, bir kısmı ise diğer okullardan gelenlerdi. Lise son sınıfı okuyacaklar son senelerini davul-zurna eşliğinde kutladılar.

Her zamanki gibi, konuşmalar yapıldı; “Bombalaki” çekildi. Bombalaki’nin çok hızlandırılmış yeni temposu bana biraz garip geldi.

130. Yıl törenleri tamamlanıp, öğrenciler sınıflarına girdikten sonra, Betül Abla’yı görmek üzere Mezunlar Derneği Ofisi’ne gittim. Betül Abla, derneğin emektar sekreteriydi; mezunlarla ilgili her şey ondan sorulurdu. Yaşça küçük veya büyük, ona herkes “Betül Abla” diyerek hitap ediyordu. “Abla” kelimesi, Betül için bir “unvan” olmuştu.

“Siz seneye mezuniyetinizin 50. yılını kutlayacaksınız,” dedi Betül.

“Evet, yalnız 2019 takvimine baktım, seneye 19 Mayıs’a en yakın Cumartesi 18 Mayıs. Bu tarih Ramazan Ayı’nın ortasına düşüyor.

“Evet, gelecek sene Ramazan Ayı 6 Mayıs’ta başlıyor.”

“Peki, Homecoming’i Ramazan Ayı içinde mi yapacağız?” diye sordum.

“Biz de bu konuyu dernek bünyesinde konuştuk. Tam karar verilmedi, ama sanırım Homecoming etkinlikleri 4 Mayıs Cumartesi, yani Ramazan Ayı başlamadan yapılacak. Tam karar verildiğinde ilan edeceğiz. Merak etmeyin, gecikmeyiz.”

“Yok canım, gecikilecek bir durum yok. Mayıs 2019’a daha tam sekiz ay var.”

Mezunlara yönelik Homecoming etkinlikleri TAC’de hoş bir gelenek haline gelmişti. Tarih olarak, her sene 19 Mayıs’a en yakın Cumartesi günü hedef alınırdı. Homecoming’e daha önceki seneler iki kez katılmıştım. Katılmak isteyen tüm mezunlara açıktı, ama esas katılımcılar beş ve beşin katları seneler önce mezun olanlardı. Dile kolay, gelecek Mayıs ayında mezuniyetimizin üzerinden 50 yıl geçmiş olacaktı…  

Veda edip, kapıdan çıkarken, “50. Yıl plâketleri için bana katılacakların isim listesini göndermeyi unutmayın,” dedi Betül Abla. Betül’ün bunu bana söylemesinin nedeni, TAC Mezunlar Derneği kayıtlarında benim ve sınıf arkadaşım Sırrı Ergun’un TAC ’69 mezunlarının sınıf temsilcileri olmamızdı. Bizi temsilciliğe kim seçti, kim atadı, bilmiyorum!

Ali Cerrahoğlu ile öyle yemeği için TAC’nin Talas Yerleşkesi’ndeki yeni yemekhanesinde tekrar buluştuk; sabah tören öncesi yarım kalan sohbetimize devam ettik. Yemekten sonra, motosikletime atlayıp Anamur’a doğru sürmeye devam ettim…  

TAC 1969 MEZUNLARI (39 kişi)

Haldun Emrealp                    Tuncay Çakıt                   Halûk Ertürk

Tuncer Celasun                      Ferzat Kuçani                 Doğan Eroğlu

Alptekin Orhon                      Eren Örge                         Haldun Göfer

Ahmet Mülayim                     Musa Onar                       Eser Gökler

Mehmet Gür                            Cevdet Uygun                 Serdar Somer

Feridun Duyguluer               Ali İpek                             Saffet Atıcı

Namık Mutluçağ                    Sırrı Ergun                      Uğur Köksal

Muhittin Özavcı                     Uğur Babaç                      Sadık Güngör

Süleyman Dizemen              Oğuz Aydemir                 Rıza Tamer

Girol Karacaoğlu                  Serdar Balkan                 Mehmet Neşşar

Kemal Tarım                          Halim Ercan                    Tuğrul Altan

Halûk Göfer                            Vecdi Taner                     İrfan Bürian

Muhlis Yararcan                   Süleyman Deniz            Ahmet Özölmez

39 kişiden maalesef erken yaşlarda kaybettiklerimiz vardı. Listeye baktım; dört arkadaşımız aramızdan zamansız ayrılmıştı: İrfan Bürian, Muhittin Özavcı, Cevdet Uygun, Ahmet Mülayim. Geri kalan 35 kişiden yarısının telefon numarası ve/veya e-posta adresi bende mevcuttu. “50. mezuniyet yılımıza, yani 2019’a girince bir WhatsApp gurubu kurar, eksiklerimizi tamamlarız,” diye düşündüm.

 

WHATSAPP GRUBU KURULUYOR – “HOMECOMING 50”

Avusturya’da yaşayan sınıf arkadaşım Eren Örge, benden önce davranarak, 2018 Aralık ayında “Homecoming 50” adı altında bir WhatsApp grubu oluşturdu. Böylece,  birkaç arkadaşımız ve ben açılış grubuna dâhil olduk.

EREN ÖRGE: “Bende cep numaraları olanları gruba ekledim. Geçenlerde Ali İpek ve Sırrı Ergun ile telefonlaşmıştık bu konuda. Demin Doğan Eroğlu yazdı. 4 Mayıs 2019 tarihini verdi. Memo (bendeniz), sen galiba öncü olacakmışsın👍. Biz büyük ihtimal o tarihlerde Çeşme’de oluruz ve oradan katılırız.

Cebi olanları gruba dâhil ediverin lütfen.”

MEHMET GÜR: “Herkese selâmlar. Eren’cim, eline sağlık. Beni de grupta “yönetici” yaparsan, ben de,  bende numaraları olanları gruba doğrudan ekleyebilirim.”

UĞUR KÖKSAL: “Selâm.” 

EREN ÖRGE: “Mehmet Gür ve Sırrı Ergun’u da yönetici yaptım. Haydi bakalım 😃.”

Ben epeyi sayıda sınıf arkadaşımızı gruba ekledim. Hangi sebepten dolayı oluyor, bilmiyorum, bazı kişilerin grup listesinde isimleri çıkmıyor, sadece telefon numaraları çıkıyordu…

EREN ÖRGE: “Memo, isimsiz kahramanlar kim?”

Sorunun çözümü için Uğur Köksal’dan bir öneri geldi:

UĞUR KÖKSAL: “Arkadaşlar, herkes adını ve telefonunu yazarsa, iyi olur.”

Anladığım kadarıyla, WhatsApp sistemi isim ve numaraları bir şekilde örtüştürüyor. Kayıtlı olanlar, Uğur Köksal’ın tavsiyesini yerine getirerek, isimlerini telefon numaralarıyla birlikte girince, problem halloldu. Esasında, bu teknik hususların nasıl düşünüldüğünü, nasıl icat edildiğini hep merak etmişimdir. Bir grup kuruluyor; onlarca kişi grup üyesi olarak listeleniyor ve siz o kişilerle uydular ve internet aracılığıyla haberleşiyorsunuz… Bunları bulanlar büyük insanlar…

Doğan Eroğlu, yaşadığı Atlanta-ABD’den ileti gönderdi:

DOĞAN EROĞLU: “Fotoğraf da yardım edebilir diye, ben bir tane koydum.”

Doğan resmini paylaştığını yazıyordu, ama akıllı telefon ekranlarımıza öyle bir fotoğraf gelmedi. Fotoğraf, herhalde dijital evrende kayboldu…

Doğan ve eşi Sevgin üniversite yıllarında ODTÜ’de tanışmışlar ve evlenmişlerdi. İstanbul’da geçen kısa bir çalışma hayatından sonra, yüksek lisans ve doktora programları için Amerika’ya gittiler. Gidiş, o gidiş… Onları Amerika’da üç kere ziyaret ettim.

SADIK GÜNGÖR: “Valla benden çok yaşayacaksın (Eren Örge’yi kastederek). Ben de bugün WhatsApp grubu kurmayı düşünmüştüm. Hayırlı, uğurlu olsun. Tüm arkadaşlara iyi akşamlar Tarsus’tan.”

Sadık, Tarsus’ta yaşıyordu. Kendisini iki-üç hafta önce telefonla aramıştım. Sadık’a, Tarsus’ta ikamet etmesi hasebiyle, bizim sınıfın 50. Yıl düzenlemeleriyle ilgili olarak ona büyük iş düşeceğini, otel ve lokanta rezervasyonları, otobüs kiralamaları ve Tarsus civarında yapılacak geziler için onun bilgisine ve çabasına ihtiyacımız olacağını söyledim. Sadık, elinden geleni memnuniyetle yerine getireceğini söyledi.

DOĞAN EROĞLU: “Sağolun Eren ve Mehmet! Bir günde bu kadarı büyük başarı… Sırrı da, torun kucağından inerse yardım edecekmiş 😃.”

TUNCER CELASUN: “Herkese selâmlar. Evet, Eren ve Mehmet, bir anda toparladınız bizleri. Doğan, sesini duyduğuma çok sevindim.” (Tabii ki, Tuncer “sesini duyduğuma” diye yazarken, “iletini gördüğüme,” demek istiyor 😉). 

HALÛK ERTÜRK: “4 Mayıs gibi bir tarih okudum, ama “Homecoming” için erken değil mi?”

ALPTEKİN ORHON: “Ben Betül Abla’ya iki hafta kadar önce sordum. 4 Mayıs demişti.”

SIRRI ERGUN: “Eğer tarih 4 Mayıs ise, bir-iki gün önceden gitmek ve hep beraber “Homecoming” öncesi sadece ‘69lular olarak birlikte olmak iyi olur diye düşünüyorum.”

ALPTEKİN ORHON: “Olabilir. Tarsus’ta bir otelde kalmak iyi olur o zaman.”

SIRRI ERGUN: “Evet, Tarsus veya Mersin. Bir midibüs tutulur. 40. yılda Antakya’da öyle yapmıştık.”

TAC’den mezuniyetimizin 40. yılında (2009) bir grup arkadaşım Tarsus’ta “Homecoming 2009” etkinliklerine katıldıktan sonra, hep beraber Antakya’ya gitmiştik. O geziyi Serdar Balkan organize etmeye başlamış, fakat gruba küsünce(!), programı tamamlamak Sırrı Ergun’a nasip olmuştu… Ben o gezide de motosikletle seyahat ediyordum. Antakya’dan İstanbul’a dönüşü bir gece Ankara konaklamalı olarak planlamıştım. Aksaray’a geldiğimde bir kahve molası verdim. Televizyonda, ertesi gün için verilen hava tahmini raporunda Ankara-İstanbul güzergâhının yağışlı olacağı söylendi. O gün, Ankara’da durmadan İstanbul’a devam etmeye karar verdim. Antakya-İstanbul sürüşü (1.100 km) benim motosikletle bir günde yaptığım en uzun sürüş oldu. O zamanlar 57 yaşındaydım. Şimdi 67. Artık böyle bir sürüşü bir günde herhalde tamamlayamam.

AHMET ÖZÖLMEZ: “Tüm arkadaşlara İzmir’den selâm ve sevgiler.”

1969 mezunlarının sayısı 39 idi. Eren, Sırrı ve ben, birkaç gün içinde WhatsApp grubuna 23 kişinin kaydını yaptık. Kaybettiğimiz 4 arkadaşımızın haricince daha 12 kişi eksiğimiz vardı. Gruba şöyle bir ileti gönderdim:

MEHMET GÜR: “Aşağıda isimleri olan arkadaşlarımızın telefon numaraları lâzım:

Tuğrul Altan       Haldun Emrealp          Feridun Duyguluer

Haldun Göfer     Süleyman Dizemen     Süleyman Deniz         

Vecdi Taner        Halûk Göfer                   Oğuz Özgüven

Tuncay Çakıt      Rıza Tamer                    Namık Mutluçağ

Tamer Özsu”

İletideki listeye 12 kişiye ilaveten Tamer Özsu’yu da ekledim. Tamer, Talas Amerikan Ortaokulu’ndan beri sınıf arkadaşımızdı. Talas’tan sonra TAC’ye de geldi, ama Lise 2’de geçirdiği ağır bir nefrit hastalığı neticesinde, okula devamsızlıktan dolayı sınıf tekrarlamak zorunda kaldı. Hastalığı olmasaydı, bizimle beraber mezun olacaktı. Dolayısıyla, Tamer’i gruba katmamak olmazdı.

Yukarıdaki mesajım işe yaradı; birkaç kişinin daha telefon numaraları elimize geçti. “Sayı epeyi arttığına göre, “Homecoming 2019” hakkında bilgi vermenin zamanı geldi,” diye düşündüm. 15 Aralık 2018 tarihinde şu bilgiyi geçtim:

MEHMET GÜR: “Dostlar,

  • “Homecoming 2019” etkinlikleri 4 Mayıs’tadır.
  • 2-5 Mayıs 2019 günlerini ajandalarınıza işleyin ve o günleri kapatın.
  • Sadık Güngör arkadaşımız Tarsus’ta oturuyor. Sağolsun, Sadık bizler için 2-5 Mayıs dönemi için taslak program hazırlayacak ve bu platformda paylaşacak.”

Arkadaşlarıma Lise son sınıftayken çekilmiş bir sınıf fotoğrafımızı, “Belki bazılarınızda yoktur,” diyerek gönderdim.

Bu fotoğrafın bir de hikâyesi vardır. Biz edebiyat şubesindekiler aramızda anlaşıp, fotoğraf çekilirken kravat takmaya karar verdik. Yatakhaneye giderek kravatlarımızı aldık; gündüzlü arkadaşlarımıza da kravatlar temin ettik. Fencilerin bundan haberi olmadı. Kararlaştırılan saatte fotoğrafın çekileceği yerde buluşunca bizi kravatlı gören fenciler şaşırıp kaldılar. “Sefil” 😄 kıyafetleri içinde poz vermek zorunda kaldılar… Dolayısıyla, fotoğrafta kimin edebiyatçı, kimin fenci olduğunu anlamak çok kolaydır. Bir istisna var: Kemal Tarım edebiyat şubesinden olmasına rağmen niye kravat takmamış, anlayamadım. O gün fencilere özenmişti galiba…😃

Halûk Ertürk, paylaştığım bu sınıf fotoğrafını grup ikonu olarak WhatsApp sayfamıza işlemekte gecikmedi.

MEHMET NEŞŞAR: “Hepinizi özledim. Mayıs’ı iple çekiyorum.”

MEHMET GÜR: “İp sağlamdır inşallah😃

MEHMET NEŞŞAR: “Sağlam, sağlam.”

MUSA ONAR: “Girol Karacaoğlu’nun telefonunu biliyorsanız, ekleyin. Yeni Zelanda’dan belki gelir. Bir de, 25. yılda Cüneyt Eremrem ve Selim Kalafat’a söylemiştim ve gelmişlerdi. 40. yılda da Turhan Bakkaloğlu, Yavuz Üngüder ve Cüneyt Eremrem, Hatay’da bizlerle beraberdi. Eğer uygun görürseniz, 50. yıla bu arkadaşları da dâhil edebilirsiniz.”

ALİ İPEK: “Güzel fikir!” (Musa’nın önerisi için)

Musa, Talas’tan mezun olan, fakat lise için TAC’ye gelmeyen (Cüneyt Eremrem, Yavuz Üngüder ve Selim Kalafat) veya geldiği halde, mezun olmadan TAC’den ayrılan (Turhan Bakkaloğlu) arkadaşlarımızın da “Homecoming 2019” etkinliklerine çağrılmalarını öneriyordu. Ali İpek de bu öneriyi destekliyordu.

Sırrı Ergun’a telefon ettim.

“Sırrı, sanırım Musa’nın yazdıklarını okumuşsundur. Talas’tan Tarsus’a gelmeyenleri veya gelmiş olsa bile, mezun olmadan TAC’den ayrılanların da çağrılmalarını öneriyor.”

“Evet, ne yapacağız?” dedi Sırrı.

“Esasında güzel fikir! Onlar da bizim can ciğer arkadaşlarımız. Yalnız, birkaç kişinin daha fikrini alalım. Tarsus’a gelmeyen Talaslıları çağırırsak, bu sefer TAC Orta’yı bitiren, fakat TAC Lise’ye devam etmeyen kişileri de çağırmamız gerekir.”

Sırrı ile bu konuşmamızdan dakikalar sonra, daha kimsenin konu ile ilgili fikrini almaya fırsat bulamadan, Serdar Balkan kendisinde numaraları kayıtlı bazı arkadaşlarımızın listesini paylaştı. Listede, TAC Lise’ye gelmemiş olan Talas’tan birkaç arkadaşımızın (Yusef Akyüz, Yıldırım Koç, Oğuz Türkyılmaz, Yılmaz Ünal, Hüsnü Özek, Selim Kalafat) isimleri ve numaraları da vardı. Eren Örge, WhatsApp grubumuzun yöneticilerinden biri olarak, bu arkadaşlarımızı kaydetti.

SELİM KALAFAT, ortama anlamlı bir özlü söz gönderdi: No one in this World is rich enough to buy his own childhood and youth back. Only friends help to create those moments from time to time at no cost.”

Ben, bir gün sonra, 21 Aralık 2018 tarihinde bir “Durum Raporu” yayınladım:

MEHMET GÜR: “DURUM RAPORU

Dostlar,

Mevcut WhatsApp grubumuzda kayıtlı olanlar dışında kalan arkadaşlarımızın durumları aşağıdaki gibidir:

Liste 1) Telefon numarası olmayanlar:

Namık Mutluçağ        Fikret Deniz                Vecdi Taner

Rıza Tamer                  Tamer Özsu

BİLEN VARSA, BİLDİRSİN.

Liste 2) Telefon numarası var, ama WhatsApp hesabı yok:

Süleyman Deniz          Süleyman Dizemen     Tuğrul Altan

Muhlis Yararcan        Ayhan Sicimoğlu         Tuncay Çakıt

BU LİSTEYİ SIRRI ERGUN TAKİP EDECEK.

Liste 3) WhatsApp’a kayıtları yapıldı, ama çıktılar:

Oğuz Aydemir                      Halûk Göfer

Liste 4) Tarsus’a gelmeyen, ama WhatsApp grubunda olan Talaslılar:

Oğuz Türkyılmaz                  Yılmaz Ünal                 Yusef Akyüz

Cüneyt Eremrem                 Hüsnü Özek                 Selim kalafat

BU CANLAR TARSUS’A GELEBİLİRLERSE, BERABER OLMANIN YANISIRA, TAC’DEKİ YENİ TALAS YERLEŞKESİNİ DE GÖREBİLECEKLER (Tarsus’ta Talas).

Liste 5) Tarsus’a gelmeyen ve telefon numaralarını bilmediğimiz Talaslılar:

Yavuz Üngüder                     Yıldırım Koç

BİLENLER VARSA, BİLDİRSİN LÜTFEN.

Sevgiler,”

Durum raporunu yayınladıktan sonra, Tarsus’tan Sadık Güngör’ü telefonla aradım:

“Sadık Azizim, Eren Örge bizim gruba senin herhalde tanımadığın bazı kimseleri kaydetti. Onlar, Talas’tan mezun olan, fakat TAC’ye gelmeyen sınıf arkadaşlarımız. Ben de aynı isimleri, bugün gönderdiğim durum raporunda “Liste 4” olarak belirttim.”

“Evet, gördüm.”

“Seni aramamın nedeni şu: Madem, Liste 4’teki Talaslıları Homecoming’e çağırdık, TAC Lise’ye devam etmemiş TAC Orta mezunlarını da çağırmamız gerekir diye düşünüyorum. TAC Orta’dan beraber mezun olduğun, fakat liseye devam etmeyen arkadaşların mutlaka vardır, değil mi?”

“Var tabii; çoğunun telefonu bende var zaten…”

“O zaman, onları da bizim WhatsApp grubuna kaydedelim. Aralarında “Homecoming’e” gelmek isteyenler olabilir.  Kayıt işini senin yapman daha doğru olur. Ben, tanımadığım kişileri kaydedersem, “Bu da nereden çıkı; nedir bu?” diyebilirler.”

“Ben kaydedemem ki; yönetici değilim.”

“Biliyorum. Ben birazdan Eren Örge’ye yazar, seni de yönetici olarak belirlemesini rica ederim.”

Sadık’la mutabık kaldıktan sonra, ben Eren’e yazdım:

MEHMET GÜR: “Erenlerin Eren’i, Sadık Güngör’ü “Group Admin.” yapar mısın lütfen? Sadık, Tarsus Orta’dan mezun olduktan sonra, Tarsus Lise’ye devam etmeyenleri gruba kaydedecek.”

SERDAR BALKAN: “Ama biz onları hiç görmedik ki…”

EREN ÖRGE: “Serdar, ben seni mezun olduktan sonra kaç kez gördüm?”

SERDAR BALKAN: “Benimle yedi koca sene okudun diye hatırlıyorum; yanılıyor olabilirim. 😄 Ama Mehmet’in söylediği arkadaşlar ile yolumuz hiç kesişmedi, doğru anladı isem. Öte yandan, onlar da Tarsus’a devam etmeyen Talaslılar gibi… Mehmet’in önerisi makul galiba…😎😎

Bu yazışmaların neticesinde ve Serdar’ı da “ikna ettikten” 😄  sonra, Sadık, TAC Orta’dan 1966 senesinde mezun olmuş dört kişiyi grubumuza ekledi:

Tuğrul Karasarlıoğlu           Mehmet Kahya

Mahmut Mursaloğlu          Bican Tuğberk

21 Aralık’ta gönderdiğim Durum Raporu’nda ismi geçen, o güne kadar kendileriyle temas kurulamamış birçok arkadaşımızla da temas kurduktan sonra, 2019 senesine 42 kişilik bir WhatsApp Grubu olarak girdik. WhatsApp hesabı olmayan 4 arkadaşımızla da, telefon veya e-posta ile temasımız vardı.

Bu tip yazışmalarda bahse konu olan ilk hususlardan biri de, aramızdan maalesef erken ayrılan arkadaşlarımız oluyor.

  • Mehmet Beken: Talas’tan bizden bir sene erken mezun olarak, TAC’ye geldi. Lise 1’de yakalandığı bir hastalıktan dolayı sınıf tekrarladı ve Lise 1’i bizimle beraber tekrar okudu. Hastalığı artınca TAC’yi tamamen bıraktı. Mehmet Beken’i bir daha görmek nasip olmadı.
  • Şakir Tunç: Şakir, ortaokulu da TAC’de okumuştu. Lisede sınıf arkadaşı olmuştuk. Yağız, mert bir insandı. TAC Lise’den mezun olmadan ayrıldı.
  • Muhittin Özavcı: Muhittin de ortaokulu Tarsus’ta okuduktan sonra lisede sınıf arkadaşımız oldu. 1969 senesinde beraber mezun olduk.
  • İrfan Bürian: 1962’den, yani Talas’tan beri arkadaşımdı. Yedi sene boyunca aynı sıraları paylaştık. TAC’den mezun olduktan sonra, Robert College üniversite giriş imtihanını kazandığımı bana ilk İrfan söylemişti. Kendisi de kazanmıştı ve Robert College – Boğaziçi Üniversitesi mezunu oldu. Adana’ya yerleşerek, orada uzun seneler çalıştı. İrfan’ı son olarak, toplu olarak gittiğimiz bir Talas ziyaretimizde gördüm.
  • Ahmet Mülayim: Talas’tan beri yuvarlak yüzlü, kırmızı yanaklı, neşe küpü bir arkadaşımızdı. Kayseriliydi. TAC’de “BİZ” adlı okul gazetesini çıkarırdı. İş hayatında da, baba mesleği olan gazeteciliğe devam etti.
  • Cevdet Uygun: Cevdet, benim İskenderun’da ilkokuldan beri arkadaşımdı. Öğretmenimiz Rezzan Üçok, sınıfın iki çalışkan çocuğu olarak, Cevdet ve beni sürekli yarıştırırdı. İlkokuldan sonra, Cevdet Tarsus’a, ben Talas’a gittik. TAC Lise’de tekrar buluştuk. Ankara-Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Hariciyeci olmak istiyordu, ama Cevdet’e hariciye imtihanında geçer puan vermediler. Sanırım, üniversite yıllarında karıştığı öğrenci hareketlerinden dolayı fişlenmişti. Yoksa Cevdet gibi bir zekâ küpünün, üstelik iyi İngilizce bilgisiyle o imtihanı geçememiş olması neredeyse imkânsızdı. Cevdet, İskenderun’da oturarak, 2016’da vefatına kadar matbaacılık ve gazetecilik yaptı.
  • Öner Sümbül: Benim gibi Talas kökenli olanlar, Öner’i tanımıyorduk. TAC Orta’dan mezun olduktan sonra, Ankara Fen Lisesi’ne gitmiş. Vefat etmiş olduğunu, TAC Orta’daki sınıf arkadaşlarının yazışmalarından öğrendik.

Bazı arkadaşlarımız, bazı vefatları daha yeni öğreniyorlardı. Bunlardan biri de Kemal Tarım idi. Kemal, uzun senelerden beri Datça’da yaşıyor, İngilizceden Türkçeye kitap tercümeleri yapıyor. Kendisini ve yine Datça’ya yerleşen Halim Ercan’ı 2016 yılında ziyaret etmiştim. Arkadaşlarımızın zamansız vefatlarına herkes gibi, o da isyan etti.

KEMEL TARIM: “Tamam, bu dünyaya kazık çakmayacağız, ama 10, 15, 20 yıl daha neden olmasın!”

MUSA ONAR: “Kendimize limit koymayalım. Talas’ın yaşayan sayılı mezunları için konan hedef 2050. Talas’ta okumuş en genç kişi 1954 doğumludur.”

KEMAL TARIM: “İyi fikir. Olmazsa da, “Gidiyoruz valla!” deyip gönül rahatlığıyla gitmek gerek ki, o ibne zebanilerden bize bir fenalık gelmesin…😄”

SADIK GÜNGÖR: “Boşverin bunları! Ben BJK-Trabzonspor maçını seyrediyorum.”

MUSA ONAR: “Boşver Kemal! Sen iyi misin? İyi isen, endişeye gerek yok. Mayıs’ta birbirimize moral veririz.”

KEMAL TARIM: “Endişe de neymiş yahu… Musa’cım onca çemberden geçtik bu hayatta. Neyse, gidenlerimiz ışıklar içinde yatsın. Biz işimize bakalım…”

SADIK GÜNGÖR: “Trabzonspor attı golü.”

ALPTEKİN ORHON: “Sadık, sen hangi takımı tutuyorsun?”

SADIK GÜNGÖR: “Sen Cimbomlusun biliyorum. (Fenerbahçeyi kastederek) Benim takım sondan ikinci…”

ALPTEKİN ORHON: “Ben Avrupa şampiyonu olmuş, aynı yıl Avrupa Süper Kupası’nı kazanmış bir takımı tutuyorum.”

Alptekin sıkı Galatasaraylıdır. Hiç toz kondurmaz…  

2018 sonu geldi. WhatsApp grubunda “mutlu yıllar” mesajlarının paylaşılmasıyla beraber, 50. mezuniyet yılımızın kutlanacağı 2019 senesine girdik.

Yeni yıl mesajlarından örnekler:

HALİM ERCAN: “Yeni yılınız baldan tatlı,

Kelebek bibi kanatlı,

Katlı, yatlı,

Haftada üç gün ızgara balıklı,

Geçen yıldan havalı,

Kışın kayakta, yazın plajda,

Seyahati bol, geri dönmesi zor,

Geliri giderinden fazla,

Dolu dolu sazla, cazla,

Streslere kapalı,

Uçuşları milli, etekleri zilli,

Acısı sadece yediğiniz biberde,

Tatlısı sağlıkla uyandığınız her günde,

Kilonuz kararında, ruh sağlığınız ayarında

Tabiatın kucağında, trafiğin uzağında,

Sevdiklerinizle birlikte, kem gözlerden uzak OLSUN!

Tek derdiniz çok gülmekten bayılmak,

Para saymaktan yorulmak OLSUN”

SADIK GÜNGÖR: “Ailece (3 kız – 5 torun) camianın yeni yılını kutluyoruz,” diyerek, kızları ve torunlarıyla çekilmiş bir fotoğraf eklemişti.

GİROL KARACAOĞLU: “Yeni Zelanda’dan hepinize nefis bir 2019 dileğiyle – 15 dakika önce girdik yeni yıla. Sevgiler.”

Girol’un iletisi telefonlarımıza saat 14:14’te düşmüştü. Demek bizden 10 saat ileriydiler.

SERDAR SOMER: “Eski arkadaşlar, yeni arkadaşlar, yeni yılınızı candan kutlarım. Biz burada yeni yıla hepinizden sonra girdik. Hepinizden daha genciz demektir.”

Serdar iletisini ABD-Atlanta’dan göndermişti. Biz de onlardan 8 saat ilerideydik. Serdar’ın hesabına göre, normal yaş farkları haricinde, Serdar, Girol’dan 18 saat daha gençti… 😉

Girol Karacaoğlu, son 50 senedir hiç görmediğim sınıf arkadaşlarımdan biriydi. Lise 1’de sınıf tekrarlamış olmasına rağmen, TAC’yi ’69 sınıfının birincisi olarak bitirdi. TAC’den sonra Robert College – Boğaziçi Üniversitesi’ne devam etmiş, daha sonra da yurt dışına çıkmıştı. Ben ise üniversiteyi yurt dışında okuduktan sonra yurda döndüğümden, yollarımız üniversite yıllarımızda ve daha sonra kesişmedi.

Serdar Somer ise, TAC’den sonra ODTÜ’den mezun olmuş ve Amerika’ya gitmişti. Onun da gidişi, o gidiş… Onu da 50 senedir görmemiştim.     

Yeni yıl hediyesi olarak, arkadaşlarıma dijital bir 2019 Atatürk takviminin linkini gönderdim (Atatürk Takvimi için tıklayınız). Takvim Atatürk’ün yıllar itibariyle hangi gün neler yaptığını belirtiyor.  

 

MAVRA KIZIŞIYOR

OĞUZ TÜRKYILMAZ: “Dostlar Merhaba! Talas’ta okuduğunuz yıllarda bir dönem sonu etkinliğine izleyici olarak katıldığımız Zincirdere Polis Okulu’nda öğrencilerin söylediği şarkını sözleri, aradan geçen onca yıla karşın hâlâ belleğimde:

‘Merhabayla geldik biz,

Merhabayla gideriz.

Eğer soran olursa,

Ona selâm ederiz.’

Yıllardan sonra bir araya gelme fikri çok güzel. İletileri izliyorum.

Tarsus’u değil, dostları görmek için, engelim olmaz ise tekrar buluşmak üzere!”

Talas’tan sınıf arkadaşımız olan Oğuz Türkyılmaz, TAO’dan sonra Robert Lisesi’ne gitmişti. Talas’tan Robert Lisesi’ne giden diğer arkadaşlarımız şunlardı: Fertaç Bilge, Yıldırım Koç, Selim Kalafat, Yılmaz Ünal.

SADIK GÜNGÖR: “ÖNEMLİ

Arkadaşlar,

Az önce Mehmet Gür ile burada kalınacak otel konusunu görüştüm ve hemen araştırmaya geçtim. Şelale yakınındaki otel bir süre önce yenileme çalışmaları nedeniyle kapandı. Merkezde yenilenen Zorbaz Oteli ile görüştüm. 3-5 Mayıs tarihleri arası çok önceden rezerve edilmiş. Rezervasyonu bizim okul yapmış. Bir spor takımı için dediler. Bunun dışında, uygun ve kalınabilecek Turizm Uygulama Oteli var. Müsaitlik durumu şimdilik iyi. Fiyat da, yanlış anlamadıysan, 120 TL iki kişi. Telefonu: 0324 614 2332. Ayrıca, iki butik otel var merkezde; okula 300 ve 500 metre mesafede:

  • Burhanoğlu Konağı (0324 614 4111)
  • Elif Hatun Konağı ( 0324 666 0003)

Malumunuz olduğu üzere, diğer yıl mezunları da bu sıralarda otel yerlerini ayarlıyorlar. Bu nedenle, gelecek arkadaşların en kısa sürede rezervasyon işlerini halletmeleri gerekiyor. Oteller, o sıralarda tam dolu olacaklarını bildiklerinden, ön rezervasyon yapmıyorlar. Doğrudan telefon veya internet üzerinden yapılması gerek. Bu arada, otellerdeki oda fiyatlarına kahvaltı dâhil.

Ben, mümkün olursa Cumartesi sabahı bir Tarsus şehir turu ayarlayacağım. Ayrıca, yemek konusunda uygun kebapçıları ayarlarım. O konuda problem yok. Ancak, otel konusunda elinizi çabuk tutmanız gerek. Yoksa, Mersin ve Adana otellerine bakmak gerekecek; o da ulaşım sıkıntısı getirecek. Sevgiler.”

MEHMET NEŞŞAR: “Anladığım kadarıyla, topluca değil, hepimiz ayrı ayrı rezervasyon yaptıracağız. Öyleyse, sen bana hangi oteli önerirsin?”

SADIK GÜNGÖR : “Önerdiklerimin hepsi gayet iyi; kesinlikle mahcup etmezler. Bunların dışında başkaları da var, ama iyi olmadıkları için yazmadım. Butik oteller merkezde ve okula yakın. Turizm Uygulama Oteli şelale yakınında; arabasıyla gelecekler için daha uygun.”

SERDAR BALKAN: “Sadık’çığım, burada belki de en makul olanı, genelde Adana Havalimanı’na inildiğine göre, organize olmak, 30-40, kaç kişi isek, Adana’da bir otelde indirimli grup fiyatı alarak kalmak. Ayrı ayrı olmanın bence bir espirisi olmayacaktır. Birliktelik, sadece Cumartesi “Homecoming” töreniyle sınırlı kalacaktır.”

MEHMET NEŞŞAR: “Bence de toplu rezervasyon daha iyi olacaktır.”

TUNCER CELASUN: “Evet, toplu rezervasyon uygun olur.”

TURHAN BAKKALOĞLU: “Toplu rezervasyon.”

YILDIRIM KOÇ: “Toplu rezervasyon lütfen.”

SERDAR BALKAN: “Yoksa Bodrum yemeği gibi olur, 3-5 saat. Organizasyon olmazsa, çoğu kişi Cumartesi sabahı gelir, Pazar döner. Çok sıkıntılı… MEHMET GÜR, HAYDİ BAKALIM, SEN BİZE GAZ VERDİN…”

Serdar da bana gaz veriyor…

SADIK GÜNGÖR: “Toplu rezervasyon mutlaka daha uygun, ancak yeterli sayıda odası olan bir otel vardı burada, o da tadilatta. Herkesi alabilecek başka otel yok. Mersin ve Adana’da daha iyi oteller var. Bakın, uygun görürseniz gider konuşurum. Araç işi kolay. Okulun servis firmasıyla konuşurum, ulaşım sağlarız. Getirir, götürür.”

Tarsus’ta toplu halde kalabileceğimiz bir yerin olmaması aksi oldu. Sadık’ın “tadilatta” dediği oteli biliyordum; toplu kalış için ancak orası olabilirdi. Turizm Uygulama Oteli yetersiz kalabilirdi. Geçen yaz İstanbul’dan İskenderun’a motosikletle giderken, bir gece Aksaray’daki Turizm Uygulama Oteli’nde kalmıştım. Temizdi, ihtiyaçları karşılayacak donanımı vardı, ama zevkli bir ortam sunmuyordu. Tarsus’taki otelin de pek farklı olduğunu düşünmüyordum.

Sadık’a telefon ettim.

“Aziz dostum, araştırmaların için cidden çok teşekkürler, ama senin de önerdiğin üzere, Mersin veya Adana’da bir otele yerleşmemiz daha doğru olacak.”

“Ben gider görüşürüm,” dedi Sadık.

“Seni oralara yormayalım. Aklıma bir fikir geldi: Bizim Sırrı Ergun’un kuzeni Hayri Ergun’u bilirsin; bizden iki sınıf büyük; senelerdir Mersin’de oturuyor. ”

“Evet.”

“Hayri, iki sene önce kendi sınıfının organizasyonunu yaptı diye hatırlıyorum. Kendisine telefon edip, danışırım. Bize tavsiyeleri olabilir.”

Bu konuşmadan sonra, Hayri Ergun, Sırrı Ergun ve benim aramda bir telefon trafiği başladı. Hayri bize 16 Ocak’a kadar yardımcı olabileceğini, 17 Ocak’ta yeni doğan torununu görmek içim Amerika’ya gideceğini söyledi.

WhatsApp grubu yazışmaları ise son hızıyla devam ediyordu:

MEHMET KAHYA: “Sevgili arkadaşlar, gruba yeni ve bodoslamasına katıldığımdan, birliktelik tarihlerini hatırlatır mısınız?”

SERDAR BALKAN: “Muhtemelen 2-4 Mayıs Mehmet.”

MEHMET KAHYA: “Teşekkürler Serdar. Ben Serdar Somer’i tanırım. Sizi ismen tanıyorum.”

Mehmet Kahya’yı ben de tanımıyordum. TAC Orta’dan sonra Robert Lisesi’ne devam etmiş, orada, Talas’ı bitirerek Robert Lisesi’ne giden Selim Kalafat gibi arkadaşlarımızla sınıf arkadaşı olmuştu.

SELİM KALAFAT : “Serdar Balkan, Anadolu’nun bağrından kopmuş bir delikanlı arkadaştır.”

SERDAR BALKAN: “😄😄”

SELİM KALAFAT: “Üç atıp, bir sayar!”

SERDAR BALKAN: “😣😣”

MEHMET KAHYA: “Sevgili Selim, sana bu grupta selâm.”

SELİM KALAFAT: “Merhaba Mehmet, neşeli bir ortamda buluştuk. Ne güzel!”

SERDAR BALKAN: “Otellerde Ramazan öncesi 3 gün için %50-60 indirim olabilir. Mehmet Gür’ün himmetini bekleyelim. Acele etmeye gerek yok; daha 126 gün var. 😄😄”

EREN ÖRGE: “Serdar, bence “last minute” yapalım; belki bedavaya kalırız.”

SERDAR BALKAN: “Eren, sen bir dene, öğreniriz… Ayrıca, İstanbul’dan aynı uçakta 20 kişi olursak, ben Mehmet Nane ile konuşur (Pegasus firmasının TAC mezunu genel müdürü), Pegasus grup indirimi alırım.”

EREN ÖRGE: “İndirim uzmanı sensin arkadaş…”

SERDAR BALKAN: “Çok aceleye gerek yok, bugün bile rezervasyon yapsak, Ramazan öncesi fiyatlar düşer. Son dakikanın yararı ve gereği yok. TIMING güzel. Bırak topu Mehmet Gür’e; o işini bilir. “Ben yaparım.” dedi idi zaten…😎  Ben, uçak grubu olur ise, muhtemelen %20 alırım.”

MUSA ONAR: “Serdar hem oteli, hem uçağı istediği indirimlerle ayarlar… Oteli ayarlamak için süre uzarsa, parkta yatarız bedava!”

SELİM KALAFAT: “Serdar belki “alles inklusive” bir anlaşma sağlar otelde; kafaları buluruz sürekli.”

UĞUR BABAÇ: “TAC’de futbol sahasına yörük çadırı kuralım, otel yerine…”

Doğan Eroğlu,  3 Ocak sabahı ABD-Atlanta’da yeni uyanmış olacak ki, lafa karıştı:

DOĞAN EROĞLU: “Görüyorum ki, 2019,  grubumuza şimdiden enerji ve yaratıcılık getirmiş. Özellikle, eylemleriyle işi yürüten Sadık, Sırrı ve Mehmet Gür’e sonsuz teşekkürler.

Uzaktan gelecek biz garip arkadaşlarınıza kolaylık olsun diye, kesin program tarihlerini bir an önce bağlayabilir miyiz lütfen. 2-4, 3-5 Mayıs gibi tarihler gördüm; hepsi makul, ancak kesin olursa yararlı olur.”

ALİ iPEK: “Greetings to Doğan.”

UĞUR BABAÇ: “Aslanım benim!”

DOĞAN EROĞLU: “Hepiciğinize greetingsler olsun aslanlar.

Sadık’çığım, gezi, kebap gibi program ayrıntıları şahane, ama pavyon detayından bu kadar çabuk vazgeçmeyin derim. Sen okuldayken çok efendiydin ve gönderdiğin resimden anlaşıldığı gibi, sonradan da bu konuda uzmanlık edinecek vaktin olmamış 😉. Ancak, unutmayalım ki, bu konunun en büyük uzmanı aramızda: Halim Gardaş; bu uğraşlardan emekli de olsa, bu işi bağlar muhakkak.😂

HALİM ERCAN: “Doğan, kardeşim benim! Maalesef, artık Mersin veya Tarsus’ta değilim artık. Muğla-Datça’ya yerleştim.”

Halim Ercan, yanılmıyorsam 2015 senesinde Datça’ya yerleşmişti. Kemal Tarım da Datçalı olmuştu. Her ikisini 2016 Nisan ayında, motosikletle çıktığım bir seyahatte ziyaret ettim. Üçümüzün Datça’nın kumsalında çekilmiş bir fotoğrafını grubumuzla paylaştım.

KEMAL TARIM: “Vay! Athos, Porthos, Aramis gibiyiz…”

SADIK GÜNGÖR: “Dartanyan nerede?”

KEMAL TARIM: “Tarsus’a geldiğimizde seni seçeriz diye düşünmüştüm…”

MİLLET SABIRSIZLANIYOR…

MUSA ONAR: “Arkadaşlar, 2 Mayıs-Perşembe Tarsus’a gidiş, 5 Mayıs-Pazar dönüşe göre bir program mümkün olacak mı, veya 3 Mayıs gidiş, 5 Mayıs dönüş için?  Bu, otel ve uçak rezervasyonları için gerekli. Bir de, herkesin kaç kişi geleceğini belirtmesi yararlı olur. Önümüzdeki hafta bunları netleştirirsek, bir adım ilerlemiş oluruz.”

4 Ocak günü, aynı saat ve dakikada Halûk Ertürk ve ben ortama mesajlar yolladık:

HALÛK ERTÜRK: “İstatistikleri tutan, program ve rezervasyonları üstlenen biri var mı? Alptekin Orhon ve ben, okula yakın Elif Hatun Kanağı’nda iki oda rezervasyon yaptırdık.”

MEHMET GÜR: “Dostlar,

  • “Homecoming 50” programı 2-5 Mayıs içindir. 2 Mayıs Perşembe günü Tarsus’a gidiş, 5 Mayıs Pazar günü dönüş.
  • 4 Mayıs Cumartesi gününün tamamını Tarsus ve TAC’de geçireceğiz.
  • Toplu konaklama, büyük olasılıkla Mersin’de 3 gece olarak yapılacaktır.
  • Mersin’de Hilton, Navona ve Divan otelleriyle görüşüyoruz.
  • Sevgiler.”

SERDAR BALKAN: “Halûk, yaptığın rezervasyonu iptal et. İşi Mehmet Gür’e bırak. O uğraşıyor toplu rezervasyon için.”

YUSUF DÜVENCİ: “Mersin güzel!”

SELİM KALAFAT: “Denize bile girilebilir belki.”

BİCAN TUĞBERK: “Sevgili Gardaşlar, 50 yıl sonra tekrar bir araya gelmek çok güzel… Mehmet Kahya, Süleyman Özmucur Robert’e, Tuğrul Kasarlıoğlu, Mahmut Mursaloğlu, ben ve rahmetli Öner Sümbül Ankara Fen’e dağıldıktan sonra, Talas’tan gelen arkadaşlarımızla TAC grubu daha kanka oldular. Tekrar bir araya gelmek çok renkli olacak. Herkese sevgiler.”

TUĞRUL KARASARLIOĞLU: “Merhaba, ben Tuğrul Karasarlıoğlu. TAC numaram 4 idi. Maalesef, bu gruptaki 2 kişi hariç (Bican Tuğberk ve Mahmut Mursaloğlu), hiç kimseyi 1966’dan beri görmedim. Ben Bursa’dayım. Yolu buralara düşen olursa, görüşürüz inşallah. Herkese selâm.”

HALÛK ERTÜRK: “Ben TAO ’66, TAC ’69 Halûk Ertürk. 34 yıldır Bursa’dayım.”

TUĞRUL KARASARLIOĞLU: “O zaman. Talas’tan Tarsus’a geldiğin yıl, biz Ankara’ya gittik.”

HALÛK ERTÜRK: “ Öyle oluyor. Burada da tanışmadık kanımca…”

4 Ocak günü grubumuza ikinci bir ileti gönderdim:

MEHMET GÜR: “DURUM RAPORU

A) WhatsApp Grubu: (41 kişi)

Sadık Güngör               Sırrı Ergun              Eren Örge

Ahmet Özölmez            Ali İpek                     Alptekin Orhon

Mehmet Gür                  Doğan Eroğlu        Ferzat Kuçani

Halim Ercan                  Haldun Göfer        Feridun Duyguluer     

Haldun Emrealp          Hüsnü Özek*          Halûk Ertürk

Oğuz Özgüven**           Kemal Tarım          Mehmet Neşşar

Sabri Gürani                 Selim Kalafat*       Serdar Balkan

Tuncer Celasun            Serdar Somer        Turhan Bakkaloğlu**

Uğur Babaç                   Eser Gökler             Girol Karacaoğlu

Uğur Köksal                  Saffet Atıcı              Cüneyt Eremrem*

Mehmet Kahya***       Tamer Özsu            Tuğrul Karasarlıoğlu***

Bican Tuğberk***        Yusef Akyüz*         Mahmut Mursaloğlu***

Yılmaz Ünal*                 Yıldırım Koç*        Oğuz Türkyılmaz*

Yusuf Düvenci**           Musa Onar

 

B) WhatsApp’tan Çıkanlar: (2 kişi)

Oğuz Aydemir             Halûk Göfer

 

C) WhatsApp Hesabı Yok, Ama Temasımız Var: (7 kişi)

İsmail Peker*                Yavuz Üngüder      Süleyman Dizemen

Süleyman Deniz          Tuncay Çakıt          Muhlis Yararcan

Mehmet Altınok*

 

D) Henüz Temas Kuramadıklarımız: (12 kişi)

Ahmet Kurşun*              Fikret Deniz           Süleyman Özmucur***

Yılmaz Gündüz*             Can Gönen*           Mehmet Gazioğlu*

Namık Mutluçağ            Tuğrul Altan         Mustafa Kadaster*

Rıza Tamer                       Vecdi Taner           Mehmet Bengisu****

Fertaç Bilge*

        

*TAO ’66 mezunu; TAC Lise’ye gelmedi.

**TAO ’66 mezunu; TAC Lise’ye geldi-mezuniyet öncesi ayrıldı.

***TAC Orta mezunu; TAC Lise’ye devam etmedi.

****TAC Orta mezunu; TAC Lise’ye devam etti-mezuniyet   öncesi ayrıldı.

 

İRFAN BÜRİAN              MUHİTTİN ÖZAVCI          AHMET MÜLAYİM
MEHMET BEKEN          CEVDET UYGUN                ÖNER SÜMBÜL

Aramızdan ayrılmış olan bu arkadaşlarımızın bize bıraktıkları anılar önünde saygıyla eğilirim…”

ESER GÖKLER: “❤”

DOĞAN EROĞLU: “İzindeyiz Memoş. Ellerine sağlık.”

MEHMET KAHYA: Çok teşekkürler. 50+ yıl sonra tekrar bir arada olmak keyifli olacak; arkadaşlarımın isimlerini görmek bile içimi ısıttı. Tanışmamış olduğum Talaslı sınıfdaşlarıma selâm olsun.

Kaybettiğimizi yeni öğrendiğim sevgili Öner Sümbül, Muhittin Özavcı, Cevdet Uygun ve diğerleri ışıklarda uyusunlar inşallah.

2-5 Mayıs düzenleyicilerine, özellikle de beş torundan vakit ayıranlara tekrar teşekkürler.”

KEMAL TARIM: “Selâm sevgili Mehmet (Kahya). Ben de bu kez çok heyecanla bekliyorum hepinizi kucaklayacağım günleri. Lâkin elim dolu, herkese, çok istesem de, bir selâm sarkıtamadım henüz.”

SADIK GÜNGÖR: “Arkadaşlar, şu anda Bedii Usta kebapçısındayım. Özleyenler varsa, şimdilik fotoğraflarla idare edin; geldiğinizde acısını çıkarırsınız.”

Sadık, üç fotoğraf paylaştı: Nefis olduğu resimden bile belli bir pide üstüne kebap tabağı, Tarsus lahmacunu, bir bardak şalgam suyu…

MEHMET NEŞŞAR: “Yeşilliğin yanına limon yerine turunç veren kebapçı kaldı mı?”

SADIK GÜNGÖR: “Olmaz mı?”

MEHMET NEŞŞAR: “Oraya gidelim gelince… Yaşasın!”

SADIK GÜNGÖR: “Sabret!”

BİCAN TUĞBERK: “Yıllar sonra bir araya geliyoruz. 50. Yıl için bir “booklet” hazırlamak, güzel anı olur.”

  

KATILIMCILAR BELLİ OLUYOR…

Son “durum raporu” paylaşıldığına göre, sıra, “Homecoming” etkinliğine katılacakları belirleme çalışması yapmaya gelmişti. 6 Ocak’ta aşağıdaki iletiyi gönderdim:

MEHMET GÜR: “CANLAR, GİŞE AÇILMIŞTIR…

BUGÜNDEN İTİBAREN, 13 OCAK-PAZAR AKŞAMINA KADAR, 2-5 MAYIS “HOMECOMING” ETKİNLİĞİNE KATILIP KATILMAYACAĞINIZI LÜTFEN BU PLATFORMDA BİLDİRİN.

KATILACAKLARIN,

  1. Kaç kişi olarak katılacaklarını (eş, sevgili, çoluk-çocuk, eski kırıklar, vs.),
  2. Toplu otel rezervasyonu isteyip istemediklerini,
  3. Şayet varsa, kısmen katılacaklarını (2-5 Mayıs tarihlerinden sapmalar)

BİLDİRMELERİ RİCA OLUNUR.

Not: Ortama daha önce “geleceğim” diye yazmış olsanız bile, bunu tekrarlamanızı rica ederim.

“No one in this World is rich enough to buy his own childhood and youth back. Only friends help to recreate those moments from time to time at no cost.”

Selim Kalafat’ın yukarıdaki paylaşımı müthiş… Tam bize göre… Tekrar paylaşıyorum.

Sevgiler.”

İlk cevap Ali İpek’ten geldi. İlk 7 saat içinde 25 kişi (eşlerle birlikte 44 kişi) katılacaklarını bildirdiler. Bu rakam daha sonraki saatlerde ve günlerde artacaktı.

EREN ÖRGE: “Sevgili Mehmet, sevgili Sadık! Her ne kadar hepimizin akıllı telefon ve buna bağlı fotoğraf çekebilme özelliğimizin olmasına rağmen, 2-5 Mayıs tarihleri arasında, toplu durumlarda profesyonel bir fotoğrafçıyı görevlendirmemiz iyi olur diye düşünüyorum.”

HALÛK ERTÜRK: “Ailenizin fotoğrafçısı (HE) varken, gerek yok.”

SELİM KALAFAT: “Prof. Dr. HE”

EREN ÖRGE: “Doğru, ama bu durumda sen çoğu fotoğrafta sen olmazsın…”

HALÛK ERTÜRK: “Birine çektiririz be kardeşim. Sen dert etme.”

EREN ÖRGE: Bir “drone” al ve çalışmalara hemen başla.😄”  

HALÛK ERTÜRK: “Planlarımda var, ama o tarihe yetişmez…”

YUSUF DÜVENCİ: “Yakalık hazırlatalım da, kim kimdir bilelim…! Benim elli yıldır görmediğim insanlar var. Sizin de vardır mutlaka. Vakit kaybı olmasın ve de baltayı taşa vurmayalım.😄”

SADIK GÜNGÖR: “Okula girişte masa kuruluyor ve herkese klipsli yakalık veriyorlar.”

DOĞAN EROĞLU: “Yakalık deyince, Ali İpek’in yıllar önce anlattığı bir hikâyeyi hatırladım. Ali bir gün üniversite hastanesine gittiğinde, yıllardır görmediği Hüsnü Özek’in muayenehanesine uğrar.
Kafasını kapıdan içeri soktuğunda, Hüsnü, bu saygısızlıktan rahatsız olmuş bir şekilde, ‘Beyefendi, lütfen sıranızı bekleyin, meşgulüm’ gibi bir ifadeyle Ali’yi dışarı atar. Ali sırasını beklerken, kartvizitini çıkarır ve arkasına, ‘Sevgili Hüsnü, bu kartı getiren çok yakınımdır…’ türünden bir not yazar
. Sırası geldiğinde içeri girer ve kartı verir. Kartı okuyan Hüsnü sevinç içinde, ‘Vay! Senelerdir görmedim Ali’yi. Çok severim kendisini; nasıldır?’ der.

Bu sohbetin nasıl devam ettiğini ve Ali’nin kimliğini sonunda nasıl açıkladığını onlardan dinleriz artık.

Yakalık önemli! Hatta hüviyet göstermeden verilmesin derim; fırlama çok aramızda…” 

BİCAN TUĞBERK: “Her gardaşın telefon, adres, mail, mesleği yazılı liste şimdiden doldurulursa, eksikleri görmek kolay olur. Tercihim, fotoğraflı bir A5 “booklet”. Biz, TAC Orta’dan ayrılanlar, bazı arkadaşlara Fransız kaldık.”

Bican’ın arzusu güzel olmasına güzeldi, ama bizim “başıbozuklar”😄 arasında böyle bir görevi üstlenecek bir babayiğit çıkar mıydı?

Katılım bildirilerinin son günü olan belirlenen 13 Ocak 2019 tarihine kadar 36 katılım bildirisi oldu; bu sayı, eşlerle beraber 60 kişilik bir grup meydana getirdi.

Katılımcılar, şöyle bir tablo oluşturdular:

TAC’den 1969’da Mezun Olanlar: (26 kişi)

ALPTEKİN ORHON                    ALİ İPEK                        SIRRI ERGUN

SÜLEYMAN DİZEMEN             EREN ÖRGE                  HALUK ERTÜRK

TUNCER CELASUN                    MUSA ONAR                 ESER GÖKLER   

MEHMET NEŞŞAR                     MEHMET GÜR             AHMET ÖZÖLMEZ

MUHLİS YARARCAN                KEMAL TARIM             DOĞAN EROĞLU

FERİDUN DUYGULUER          SAFFET ATICI               TUNCAY ÇAKIT

HALDUN EMREALP                 UĞUR KÖKSAL             SERDAR BALKAN

SÜLEYMAN DENİZ                   UĞUR BABAÇ                SERDAR SOMER

SADIK GÜNGÖR                        HALDUN GÖFER

1969’da Mezun Olmadan TAC’den Ayrılanlar: (3 kişi)

TURHAN BAKKALOĞLU       SABRİ GÜRANİ            YUSUF DÜVENCİ

Talas’tan TAC’ye Gelmeyen 1966 Talas Mezunları: (5 kişi)

CÜNEYT EREMREM              SELİM KALAFAT           HÜSNÜ ÖZEK

OĞUZ TÜRKYILMAZ             YILDIRIM KOÇ

TAC Lise’ye Devam Etmeyen 1966 TAC Orta Mezunları: (2 kişi)

MEHMET KAHYA                 BİCAN TUĞBERK

 

Katılımcılardan 2 kişi ABD’den (Doğan Eroğlu, Serdar Somer), 2 kişi Almanya’dan (Eser Gökler, Uğur Babaç) ve 1 kişi Avusturya’dan (Eren Örge) geleceklerdi.

TAC’den 1969’da 39 kişi mezun olmuştuk. Katılım hususunda şöyle bir tablo oluştu:

Katılanlar………………………..26 kişi

Katılamayanlar………………….9 kişi: Halûk Göfer, Namık Mutluçağ

                                                           Oğuz Aydemir, Tuğrul Altan,

                                                           Halim Ercan, Rıza Tamer,

                                                           Ferzat Kuçani, Vecdi Taner,

                                                           Girol Karacaoğlu

Aramızdan ayrılanlar…………4 kişi: İrfan Bürian, Muhittin Özavcı,

                                                           Ahmet Mülayim, Cevdet Uygun

 

TARSUS’TA TALAS

Aklıma, Talas’tan sonra Tarsus’a devam etmemiş arkadaşlarımız için bazı fotoğraflar paylaşmak geldi:

  • TAC’nin meşhur Stickler Binası’nın fotoğrafı,

  • TAC’deki Talas Yerleşkesi’nin fotoğrafı,
  • Talas Yerleşkesi’nin açılış gününde, Talas ve SEV flamalarının önünde kurulan kürsüde, Talas Mezunları Grubu Başkanı Tuncay Sergen’in (TAO ’67-TAC ’70) konuşma yaparken çekilmiş bir fotoğrafı.

KEMAL TARIM: “Ne güzel! Okulunuzun kimliği hep yaşayacak; son mezunlarla birlikte solup gitmeyecek.”

BİCAN TUĞBERK: “Talas’taki binaların mülkiyeti ne oldu? Kim üstüne kondu?”

MEHMET GÜR: “Hazine’ye devredildi. Hazine de, daha sonra bir kısım mülkü Gençlik ve Spor Bakanlığı’na, bir kısım mülkü Erciyes Üniversitesi’ne verdi.”

BİCAN TUĞBERK: “Uğraşmaya değer midir? Bu tür devirlerde iade edilen vakıf mülkiyetleri var. Mehmet, sen daha iyi değerlendirirsin.”

MEHMET GÜR: “Geri alınması için epeyi uğraş verildi. Bilhassa, Özdemir Sabancı Abi’miz çok çaba gösterdi. 1996’da malum suikaste kurban gidince, çabalar sonuçsuz kaldı.”

Tarsus, Üsküdar ve İzmir okullarının ve Gaziantep Amerikan Hastanesi’nin de bir gün aynı şey gelmesin diye, 1968 senesinde SEV kuruldu. Okulların ve hastanenin Amerikalı şahıslar üzerinde olan tapuları SEV’e devredildi.”

BİCAN TUĞBERK: Uygun zaman beklenip, tekrar zorlanabilir. Bir araya gelince ısıtırız. Sonuca üzüldüm.”

YUSUF DÜVENCİ: “Okulun ana binası daha sonra Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan alınıp, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ne verildi. Belediye de oraya Enderun okulu açmış.😫

SERDAR BALKAN: “Yusuf, Enderun okulu anlaşılmaz; nasıl bir yobaz okulu olduğunu anlatmanda yarar var: rahle, cüppe, takke…

 

BACK TO TAC…

Talas’ın bu cidden üzücü ve kahredici durumunu uzatmamak için, dört fotoğraf daha paylaştım:

  • 3 Eylül 2019 tarihinde, TAC’nin 130. eğitim yılının açılışı için gittiğim Tarsus’ta, Stickler Binası önündeki merdivenlerde çekilmiş “2018-2019 Eğitim Yılı Hocalar Kadrosu” fotoğrafı.
  • Bizim zamanımızın hocaları (Robert Tucker, İbrahim Akış, Mr. Ehly, Hans Meyer)

Solo gitar   : Vecdi Giray (‘70)

Bas gitar    : Haldun Emrealp (’69)

Ritim gitar: Ali İpek (’69)

Klavye        : Semih Fırıncıoğlu (’70)

Bateri         : Ayhan Sicimoğlu (‘70)

  • Bizim zamanımızda olmayan bir takım: TAC Kızlar Voleybol Takımı.
  • Şu aslanlara bakın hele… Zıpkın gibiler maşallah! : Mersin-Kızkalesi sahilinde mayolu halimizle çekilmiş bir grup fotoğrafımız.

Kızkalesi sahilinde çekilmiş olan fotoğraf, Eylül 1968’de bir hafta sonu denize girmek için gittiğimiz gezide çekilmişti. Ben o gün, bir kaşık suda bayılarak, kendimden geçmiştim.

EREN ÖRGE: “Memo başına geleceklerden habersiz, gülümsüyor…”

MEHMET GÜR: “Evet, biraz sonra boğuldum. Su altı yarışı yapıyorduk. “Kazanmam gerek!” diyerek, kendimi zorladım. Suyun içinde bayılmışım… Bilmeyenlere, gerisini Tarsus’ta anlatacağım.”

SIRRI ERGUN: “Sabri Gürani bir öğleden sonra hep birlikte Tarsus yakınlarındaki çitliklerinde olmayı teklif etti.”

MEHMET GÜR: “Koçum Sabri… Çok misafirperverdir. Daha önceki senelerde de çiftliğinde ağırlamıştı bizi.”

Arkadaşlarıma “Homecoming 50” etkinliğine katılım için verdiğim 13 Ocak 2019 tarihinden evvel katılacağını bildiren en son kişi, ABD-Atlanta’da yaşayan Serdar Somer oldu. Atlanta’da Doğan Eroğlu ile hemşeri olan Serdar için Doğan, yaptığımız bir telefon konuşmasında, “Serdar’ı katılması için ikna etme turlarına devam ediyorum…” demişti. Doğan’ın çabaları meyve vermiş gözüküyordu…

SERDAR SOMER: “Sevgili Mehmet Gür,  ben de 1 kişi “single” oda. Beni kardeşim Selçuk, ayın 2’sinde Mersin/Tarsus’a getirecek. 5 Mayıs, Pazar günü Ankara’ya gideceğim. Eğer arabayla gelen biri beni Ankara’ya atarsa, memnun olurum. Olmazsa, Pazar Adana-Ankara uçak olacak.”

KEMAL TARIM: “Serdar’cım, Selçuk Silifke’de (Kemal aslen Silifkelidir) ne arar? Ben de birkaç gün önce Silifke’ye gidip, Tarsus’a oradan geçeceğim.”

14 Ocak günü, arkadaşlarıma katılım bildirilerinin özetini gönderdim:

MEHMET GÜR: “Dostlar,

KATILIM: Katılım sayımız 36 oldu. Eşlerle birlikte 60 kişilik bir grup olacağız.

OTEL: Sırrı Ergun’un amcazadesi Hayri Ergun, bizim için Mersin otelleriyle pazarlık yapıyor. Tahmin ederim, 2-3 gün içinde neticelenecek. Size bildireceğim.”

36 kişinin bir araya geleceğini öğrenen HÜSNÜ ÖZEK, dayanamayıp, “F Vitaminleri” konulu bir yazı paylaştı…

SİZLER İÇİN:

Neden hepsi birbirinden farklı benim arkadaşlarımın; hatta, bazıları neden marjinal?

Biri arkadaşımsa, diğeriyle nasıl anlaşabiliyorum?

Galiba, onların hepsi içimdeki çok farklı “ben”leri gün ışığına çıkarıyor da, ondan.

  • Biriyle uslu, kibar oluyorum.
  • Diğeriyle şakalar yapıyorum.
  • Biriyle oturup, ciddi ciddi konuşuyorum.
  • Diğeriyle saçma sapan şeylere kıkırdıyorum.
  • Biriyle oturup çay içiyorum.
  • Diğeriyle dans ediyorum.
  • Birinin derdini dinleyip, öğüt veriyorum.
  • Diğerinin bana verdiği öğütleri dinliyorum.

Hepsi bir bulmacanın parçaları sanki, tamamlayınca ortaya bir hazine çıkıyor. Arkadaş hazinesi! Beni bazen benden daha iyi anlayan, iyi günümde, kötü günümde beni yalnız bırakmayan arkadaşlarım… Hepsi farklı günlerde aldığım rengârenk anti-depresanlarım sanki. Mehmet Öz’den (Amerikan televizyonlarında sağlık programları yapan bir doktor) yeni bir şey daha öğrendim: Arkadaşlar sağlık için de faydalıymış. Şaka değil! “F Vitamini” diyor Mehmet Öz, arkadaşlar için… (F, “Friends”den geliyor).

F vitamininin sağlığımıza faydaları say say bitmiyormuş:

  • Yapılan araştırmalara göre, güçlü sosyal iletişim içerisinde olanlarda depresyona girme ve ölümcül krizlerin oluşma riski azalıyormuş.
  • Düzenli F vitamini kullanmak, sizi gerçek yaşınızdan 30 yaş daha genç hâle getirebiliyormuş (bu pek inandırıcı değil!).
  • Dostluğun sıcaklığı stresi azaltıyor, gergin olduğunuz zamanlarda bile, kan damarlarınızda pıhtılaşma ve kalp krizi geçirme riskiniz %50 azalıyormuş.

Neymiş? Arkadaşlara çok önem vermeye, mümkün olduğunca çok bağlantıda kalmaya, beraber her şeyin komik bir tarafını bulmaya devam…


OTELİMİZ AYARLANIYOR

WhatsApp yazışmalarımız sonucunda 26 odaya ihtiyacımız olduğu ortaya çıktı. 10 katılımcı ise zaten Tarsus veya Mersin’de ikamet ediyordu veya dışarıdan geliyor olsalar bile, Tarsus veya Mersin’de akraba, arkadaş evlerinde kalacaklardı.

Sağolsun, Hayri Ergun, bizim için Mersin’de üç ayrı otele gidip konuştu, fiyat aldı. Hayri, iki sene evvelki tecrübesine dayanarak, “Mavranın büyük kısmı otel lobisinde geçiyor. Lobi sahası en geniş otel Navona…” demişti.  Konum, yenilik ve ferahlık açısından en uygununun Navona Otel olacağı üzerinde Hayri, Sırrı ve ben hemfikir kaldık.

Ben otele bir e-posta gönderdim ve ödeme şartlarını sordum. Gelen cevapta, oda fiyatları Hayri Ergun’un bize bildirdiği fiyatlardan yüksekti. Telefon açarak, Hayri’nin bize bildirdiği fiyatları okudum; bir gün arayla ortaya çıkan fiyat farkının sebebini sordum. “Hayri Bey’in bizden alarak, size bildirdiği fiyatlar doğru, ama o fiyatlar Mart ayı sonuna kadar geçerli. Siz Mayıs 2-5 döneminde konaklayacağınız için, size grup indirimi de dâhil, Mayıs için geçerli olacak fiyatlarımızı verdik,” cevabını aldım. Neyse, biraz daha pazarlıktan sonra, ortada bir yerde buluştuk.

18 Ocak 2019 tarihinde, arkadaşlarımın WhatsApp ekranlarına şu ileti düştü:

MEHMET GÜR: “Dostlar,

  • Mersin’de konaklayacağımız otel, NAVONA’dır.
  • 2-5 Mayıs dönemi için gecelik oda fiyatları şöyle olacaktır:
  • 1 kişilik oda: 190 TL
  • 2 kişilik oda: 240 TL
  • 3 kişilik oda: 375 TL
  • Rezervasyonların ve ödemelerin nasıl yapılacağını, ayrı bir iletiyle bugün veya yarın bildireceğim.”

19 Ocak’ta ise, detayları bildirdim:

MEHMET GÜR: “Selâm Dostlar;

Otel Navona ile anlaşmamız aşağıdaki gibi oldu:

  • 31 Ocak 2019 tarihine kadar %30 ödeme; otele giriş yaparken %70 ödeme.
  • Girişten en geç 1 hafta öncesine kadar (25 Nisan) haber verilmesi şartıyla, en fazla 5 oda için, ödenecek %30 peşinatın geri alınması garantisi.
  • %30 peşinatların ödenmesinde kargaşa çıkmaması için, yaklaşık 5.400 TL tutan toplamı, her biriniz adına ben ödeyeceğim.
  • %30 peşinatların ödenmesinde “katkıda” bulunmak isteyen 😃 katılımcıların, kendi paylarına düşen tutarı, aşağıda belirtilen banka hesabıma göndermelerini rica ederim.
  • %30 rakamları şöyle:
  • 2 kişilik oda; 3 gece: 216 TL
  • 1 kişilik oda; 3 gece: 171 TL
  • 1 kişilik oda; 6 gece: 342 TL (Eser Gökler)
  • 1 kişilik oda; 2 gece: 115 TL (Selim Kalafat)
  • BANKA HESABI: Mehmet Gür, İş Bankası, Bebek Şubesi-İstanbul

Hesap No: 1092- 0000000
IBAN: TR51 0006 4000 0011 0920 0000 00

  • Otel fiyatlarına KDV ve kahvaltı dâhildir.
  • Bu ortama daha önce bildirdiğiniz kalış süreleri ve/veya kişi sayılarında değişiklik varsa, yeni durumun bir an evvel bildirilmesini rica ederim.
  • Bombalaki…”

EREN ÖRGE: “Memo, çok profesyonel çalışmışsın; koçum benim!”

Millet, yapılan düzenlemeyi beğendi. Teşekkür mesajlarından sonra, katılımcılar, kendi paylarına düşen tutarları göndermeye başladılar…

SELİM KALAFAT: “Memo, ödeme işi tamamdır.”

YILDIRIM KOÇ: “Sevgili Mehmet, yarın yatırıyoruz.”

TURHAN BAKKALOĞLU: “216 TL gönderdim.”

ESER GÖKLER: “Mehmet kardeşim, bugün Commerzbank üzerinden hesabına 65€, yaklaşık 400 TL yolladım. Eline geçince, lütfen bir bilgi geçersen, memnun olurum. Zahmetine tekrar teşekkür ederim. Bütün arkadaşlara Köln’den selâm ve sevgiler.”

  • Eser Gökler’in havale makbuzu

MEHMET KAHYA: “Sevgili Mehmet, 216 TL EFT tamam.”

CÜNEYT EREMREM: “2-5 Mayıs otel için, ben de gönderdim Mehmet’çiğim.”

SELİM KALAFAT: “Heyecan düzeyi şimdiden yükselmeye başlamış durumda… Bu gidişle tam bir şölen havası esecek Tarsus’ta.🎡🎭🎈”

Bir muziplik:

MEHMET GÜR: “Elleriniz dert görmesin. Ben de değerli emanetlerinizle İsviçre’ye “gitmek” için son hazırlıklarımı yapıyorum…”

SIRRI ERGUN: “Toplantıyı oraya mı aldın?”

KEMAL TARIM: “Mehmet’cim, 216 kayme gönderdim; lâkin tam gönderdim ki, aklım başıma geldi. Şu İsviçre seyahati ne ayak? Bana paraları topladıktan sonra, kaçacakmışsın gibi geldi…😮”

UĞUR BABAÇ: “İsviçre’ye kaçmaya değil, kaymaya gidiyor…😄”

KEMAL TARIM: “Kime? Bize mi?”

MEHMET GÜR: “Hava limanındayım. ATM’nin başında bekliyorum. Uçak iki saat sonra pırrrr 💨. Gönderin şu paracıkları…”

KEMAL TARIM: “Gözümüz aydın arkadaşlar! Adamın kime kayacağı gün gibi ortada.”

UĞUR BABAÇ: “Memo, yolun açık olsun; iyi uçuşlar.”

KEMAL TARIM: “Ben de boşuna konuşuyorum galiba… Herkes memnun olacakmış gibi bu kayma işinden; bak, bir de “iyi uçuşlar” filan…”

MUSA ONAR: “Mehmet, İsviçre’de döviz ihtiyacının bir kısmı için Eren ve Eser’den Euro tahsilat yaparsan iyi olur, rahat edersin. Ben biraz evvel 216 TL gönderdim.”

MEHMET NEŞŞAR: “Geç kaldın! Adam İsviçre’ye gitti bile…”

MUSA ONAR: “Bankasına talimat vermiştir.”

MEHMET GÜR: “Sağol Moses, senin 216 TL, İsviçre bankama 40 Frank olarak transferle geldi bile. Ben şimdi bu parayla öğleyin bir sosisli sandviç yer, yeterse, bir de çay içerim.”

ALİ İPEK: “Cenevre’de Old Town’da önünde top olan lokantaya da git; Musa’nın parası bereketlidir. Ben, Eren, Uğur ve kendimiz için para yolladım; afiyetle yiyebilirsin.”

KEMAL TARIM: “Memo’cuğum, bu heriflerin çoğu, o kadar çanak tutmama rağmen, senin paralarla kaçma esprinin tam tadına varmamıza katkı yapamadılar maalesef. Şimdi dua ediyorum; dilerim içlerindeki çocuk yeniden canlanır o günlere kadar da, yine vara yoğa güleriz patlayıncaya kadar…”

YUSUF DÜVENCİ: “Rakam küçük geldi Kemal’cim. Yeterli büyüklükte olaydı, görürdün vaveylayı sen…”

KEMAL TARIM: “Aslında haklısın, ama yine de biraz daha kaynatabilirdik. Aklıma Vecdi Taner geliyor; adam günlerce göğsüne yapıştırdığı bir iki santimlik bir izolabantla dolaşmıştı, sırf biri dokunsa da, ‘Dokunmayın, çarpılırsınız!’ diyebilmek için. Trafo taklidi yapıyormuş meğer…”

UĞUR BABAÇ: “Kemal’cim, katılanlar da oldu, ama haklısın, ortamda acayip bir ciddiyet gözlemliyorum… Cıvıtan yok; yıllar sertleştirmiş gibi…”

KEMAL TARIM: “Ya da barut az, Mayıs’a saklıyorlar.”

UĞUR BABAÇ: “Haklısındır inşallah.”

KEMAL TARIM: “Umudu kesmemek gerek; ne de olsa, biliyoruz kimde ne cevherler olduğunu. Güzel olacak, güzel!”

UĞUR BABAÇ: “Göreceğiz Mayıs’a çıkarsak, ama atmosfer gördüğün gibi biraz gergin. Kopmaz inşallah!”

Ben de yazışmalara katılanların sayısını az buluyordum; sohbete çoğu zaman aynı kimseler katılıyordu, Uğur’un dediği gibi biraz ciddiyet vardı, ama “gerginlik” yoktu. Ortama “çocuklarla” ilgili bir seri kısa fıkralar göndermeyi arzuladım:

MEHMET GÜR: “Madem çocuk olmak, gülmek istediniz, alın size:

TEACHER: Maria, go to the map and find North America.

MARIA: Here it is.

TEACHER: Correct. Now, Class, who discovered America?

CLASS: Maria.

***

TEACHER: How old is your father?

JOHN: He is 6.

TEACHER: What? How is that possible?

JOHN: He became father only when I was born.

(I love this child)

***

TEACHER: Glenn, how do you spell “crocodile”?

GLENN: K-R-O-K-O-D-I-A-L

TEACHER: No, that’s wrong.

GLENN: Maybe it is wrong, but you asked me how I spell it.

***

TEACHER: Clyde, your composition on “My dog” is exactly the same as your brother’s. Did you copy his?

CLYDE: No, sir. It’s the same dog.

(I want to adopt this child)

MEHMET GÜR: “Eser Ağam, senin Almanya’dan gönderdiğin 65€, komisyon kesintilerinden sonra, hesabıma net 60,40€ olarak girdi. Bu rakam İş Bankası kurundan 357 TL. Senin için otele 342 TL ödeme olduğuna göre, sana 15 TL borçluyum.”

SERDAR BALKAN: “Haydi iyisin Memo! Eser, rakı parası da koymuş; benden bir duble içsin demiş…”

ESER GÖKLER: “Sevgili Mehmet, ben İş Bankası komisyon alır diye, mahsus fazla yolladım. O artan para ile Mersin’de inşallah çay, kahve içeriz veya Serdar’ın dediği gibi, pavyona gider, rakı içer veyahut yalancı şampanya patlatırız, o Zennube’yi oynayan dansöze…”

Sonunda, otel rezervasyonumuzla ilgili olarak, arkadaşlarıma aşağıdaki iletiyi yolladım:

MEHMET GÜR: “Navona otele, 26 oda karşılığı %30 ön ödeme olarak 5.355 TL gönderdim. İlgili liste aşağıdadır:

TARSUS AMERİKAN KOLEJİ 1969 MEZUNLARI – ODA VE FİYAT DURUMU

ÇİFT KİŞİLİK ODALAR

  • ALİ İPEK ve KAMİLE
  • SIRRI ERGUN ve MİNE
  • EREN ÖRGE ve SABİNE
  • MUSA ONAR ve AYNUR
  • MEHMET NEŞŞAR ve AYŞIN
  • TUNCER CELASUN ve HATİCE
  • SELİM KALAFAT ve FAHİKA (2 GECE)
  • BİCAN TUĞBERK ve NURTEN
  • HALUK ERTÜRK ve VESİLE
  • MEHMET KAHYA ve YASEMİN
  • TURHAN BAKKALOĞLU ve ESER
  • YUSUF DÜVENCİ ve MAHİNUR
  • YILDIRIM KOÇ ve CANAN
  • CÜNEYT EREMREM ve HÜLYA
  • DOĞAN EROĞLU ve SEVGİN
  • HÜSNÜ ÖZEK ve HAYRUNİSA
  • OĞUZ TÜRKYILMAZ ve LATİFE

Not: Oda fiyatı 720 TL, %30=216 TL
Selim Kalafat için oda fiyatı 480 TL, %30= 144 TL

İKİ AYRI YATAKLI ÇİFT KİŞİLİK ODA

1) MEHMET GÜR-KEMAL TARIM

Not: Oda fiyatı 720 TL, %30=216 TL

TEK KİŞİLİK ODALAR

  • TUNCAY ÇAKIT
  • UĞUR KÖKSAL
  • SERDAR BALKAN
  • UĞUR BABAÇ
  • SERDAR SOMER
  • ESER GÖKLER (6 GECE)
  • ALPTEKİN ORHON
  • MUHLİS YARARCAN

Not: Oda fiyatı 570 TL, %30=171 TL
Eser Gökler için oda fiyatı 1.140 TL, %30=342 TL

26 Oda fiyatı 17.850 TL,%30= 5.355 TL

UÇUŞLAR

Otel işleri yoluna girdikten sonra, 19 Ocak’ta bu sefer de uçak seferleriyle ilgili bilgiyi arkadaşlarıma gönderdim:

MEHMET GÜR: “SIRA UÇAK BİLGİLERİNDE:

Notlar:

  • Sadece THY uçuşlarını inceledim.
  • Sadece 3 büyük şehirden Adana gidiş ve dönüşlerini inceledim.

Gözetlenen hedefler:

  • Mümkün olduğu kadar çok katılımcıyı aynı uçuşta buluşturmak.
  • Katılımcıların Mersin’deki otelimizde 2 Mayıs’ta saat 17:00 civarında olmalarını sağlamak.
  • Dönüş uçuşları için “medeni” saatleri gözetlemek.

Bu kriterlere göre yapılan seçimler sonucu, katılımcıların aşağıda belirtilen uçuşlardan bilet almaları önerilir:

Adana’ya Gidiş (2 Mayıs):

  • İstanbul – İstanbul/Atatürk 13:15 > 14:50
  • İstanbul – Sabiha Gökçen 13:35 > 15:00
  • Ankara 12:25 > 13:30
  • İzmir 10:55 > 14:50 (İstanbul aktarmalı)

Adana’dan Dönüş (5 Mayıs)

  • İstanbul – İstanbul/Atatürk 15:45 > 17:25
  • İstanbul – Sabiha Gökçen 16:00 > 17:30
  • Ankara 14:00 > 15:05
  • İzmir 14:05 > 18:10 (İstanbul aktarmalı)

Hadi bakalım; leyleği havada görün…”

THY’nin İzmir-Adana arası aktarmasız uçuşları yoktu. İmdada, İzmir’de oturan Yusuf Düvenci yetişti:

YUSUF DÜVENCİ: “İzmir’den gidecekler; aktarmasız uçuşlar için Sunexpress’e bakın. Başka firmaların uçuşları da var.”

Serdar Somer, uçak biletlerini de benim ayarlayacağımı sanmış olacak ki, Atlanta’dan şu iletiyi yolladı:

SERDAR SOMER: “Sağol Mehmet’çiğim. Sana epeyi iş çıkardık. Bana 5 Mayıs Adana’dan Ankara’ya bir bilet lütfen. Benim ismimi ‘Veli Serdar Somer’ diye ver. Pasaportta öyle. Mesele çıkmasın. Daha önce söylediğim gibi, Mersin’e Silifke üzerinden kendim geleceğim.”

MEHMET GÜR: “Serdar’cım, selâmlar. Tarsus’a gelebileceğine cidden çok seviniyorum. Uçak biletlerini herkes kendi alıyor. THY sitesine girerek, Adana-Ankara biletini kolayca alabilirsin. Sevgiler.”

SERDAR SOMER: “Kusura bakma Mehmet’ciğim. Yanlış anlamışım senin WhatsApp mesajını. Doğan beni azarladı bunun için. Ben bileti buradan hallederim. Sağlıcakla kal.”

Serdar Somer’den iki gün sonra bir ileti daha geldi:

SERDAR SOMER: “Selâmlar, ben biletlerimi aldım; “Hazırım!” diyordum. Bir de baktım, Adana-Ankara biletini Pazar yerine Pazartesi için almışım. Dumb, dumb!”

 

NEREDE NE YESEK, NE İÇSEK?

Grubun kalacağı oteli belirlemek, rezervasyonları ve anlaşmaları yapmak, uçak seferleri ile ilgili toplamak; bunlar yapılması nispeten kolay işlemler. Homecoming süresince nerede ve neler yenir, bunu ayarlamak ve millete benimsetmek başlı başına bir doktora tezi konusu olabilir. Sadık Güngör, Tarsus’tan konuyu açtı…

SADIK GÜNGÖR: “Arkadaşlar, burada bulunacağınız süre içerisinde, en az bir öğleyin toplu olarak kebapçıya gideceğiz. Gruplar, kebapçıyı usul yapmışlar. Okula yakın birkaç uygun yer var. Şimdiden rezervasyon yapmak lazım, yoksa diğer yılların mezunları kapatırlar. Kebap, lahmacun, humus bir arada olabilir. Yanında şalgam, ayran iyi gider. Alkollü içki de oldun denirse, ona göre yer ayarlamak gerekir. Bu süre içinde, hangi günü uygun görürseniz, ayarlamayı yapayım. Sayı önemli değil. Gelecek kişi sayısına göre, o gün düzen kurulur. Gününü kararlaştıralım, kâfi. Bu konuda öneri bekliyorum.”

SERDAR BALKAN: “Sadık’çığım, sağol zahmetlerine. Oraya kadar gelmişiz, tabii ki kebapla rakıyı birleştiririz. Cuma akşamı için de Adana’da kebap koyalım. Adana kebabın vatanı…”

Sabri Gürani’nin bizleri bir öğleden sonra Tarsus civarındaki çiftliklerine davetini, geçmiş senelerdeki gibi bize börek-çörek ikramını ve çiftliğe gidişin en makul olarak 3 Mayıs Cuma günü yapılabileceğini göz önüne alarak, Sadık’a bir öneri yaptım:

MEHMET GÜR: “Selâm Sadık, bir öneri:

  • 2 Mayıs akşamı Mersin’de toplu yemek (balık)
  • 3 Mayıs akşamı Mersin’de toplu yemek (İtalyan)
  • 4 Mayıs öğlen Tarsus’ta toplu yemek (kebap)
  • 4 Mayıs akşamı TAC’de Homecoming Yemeği

SADIK GÜNGÖR: “4 Mayıs öğleni için Kebapçı Eyüp’le konuştum. Zaten benim mekânım buralar…”

DOĞAN EROĞLU: “Sağolasın Sadık! Mersin veya Tarsus’ta kebap dışında yöresel yemekler yapan bir yer var mı? İtalyan yerine olabilir.”

Doğan, o akşam Atlanta’dan bana telefon etti:

“Memo; 3 Mayıs akşamı İtalyan yemeği yerine, şöyle yöresel bir tencere yemeği yesek, olmaz mı?” diyerek, tencere yemeğini özlediğini belirtti.

“Sabri’nin çiftliğine o gün gidilecekse, Sabri bizi böreklerle çöreklerle iyice doyurur ve akşam geç vakit acıkacaklar bir pizzacıya giderler düşüncesiyle İtalyan yemeği önerdim,” dedim.

“O açıdan bakınca, doğru düşünmüşsün, ama biz de bu Amerika’da tencere yemeğini özledik be birader…”

Başka konulardan da bahsettikten sonra, Doğan bana “iyi geceler” diledi, ben de ona “iyi günler” diledim. Aramızda 8 saat fark vardı.

Tencere yemeği sohbeti devam etti…

EREN ÖRGE: “Tencere yemeği… Bol kepçe yani…”

UĞUR BABAÇ: “Yok, bol kepçe değil! Doğan, ‘Ta Amerika’dan geliyoruz. Neden yöresel yemekler değil de, İtalyan?’ demek istiyor.”

DOĞAN EROĞLU: “Uğur soruyu doğru anlamış, Eren de yanıtı… Yöresel = Tencere Yemeği = Bol Kepçe.”

SADIK GÜNGÖR: “Yöresel yemek yapan yerler mevcut şüphesiz, ancak sınırlı oturma yerleri var. Yine de araştırayım.”

UĞUR BABAÇ: “Bir de yöresel dansöz lütfen!”

SADIK GÜNGÖR: “Emrin olur.”

MUSA ONAR: “Sadık, arkadaşlar “aç, aç” diye bağıracakları bir çadır (salon) istiyorlar sanki…”

DOĞAN EROĞLU: “Daha önce size söylemiştim, Musa bu işi çok istiyor diye. Uyanık, pusuya yatmış, hep başkasının tercümanı gibi rol yapıyor.”

Doğan da Musa’yı çok iyi çözmüştü…

Serdar Balkan sahneyi ve mikrofonu başkalarına bırakır mı? Derdi, milleti Mersin’den Adana’ya 100 km. götürüp, Adana’da kebap yiyebilmek. Çok iyi bir planlama yaptığından emin olarak, duruma hemen el koydu:

SERDAR BALKAN: “TARSUS YOLCULARI, Sadece 2,5 günümüz var. Memo, sağolsun,  yatak yorganımızı ayarladı. Perşembe akşamı için Hayri Ergun abimiz de inşallah Mersin Tenis Kulübü veya istediği başka bir yerde balık, meze ve rakımızı ayarlıyor. Cumartesi zaten Tarsus’tayız; öğleyin Sadık organizasyonu kebapçı Eyüp Usta’nın yerindeyiz. Önerim, orada iken, isteyenlerin Sabri kardeşimin davetine icabet ederek, çayı da Sabri’nin çiftliğinde içmeleri ve daha sonra okula gidip programa katılmaları. Cuma günü böylece boş kalır. Cuma günü için önerim, günü Adana ve civarında Sadık’ın uygun göreceği bir yerlerde geçirmek, Cuma akşamı da kebabımızı ve rakımızı Onbaşılar Kebap’ta veya emsali bir yerde yemek içmek.

Sadık ne dersin? Mehmet, ‘Minibüsleri Sadık ayarlayacak, ona sor,’ dedi. Ortak akılda buluşalım. Sabri’nin davetini Cuma gününe almak olmaz; bütün günümüz parçalanır. SADIK SEN KONUŞ!”

SADIK GÜNGÖR: “Adana konusunda bir şey diyemem. Sadece yemek yenebilir. Adana, koskoca bir şehir. Zaten çoğunuz büyük şehirlerden geliyorsunuz. Sizler ve eşleriniz için cazip olmayabilir. Sadece kebap olayı var. Onu da Tarsus’ta halledeceğiz zaten.”

SERDAR BALKAN: “O zaman, Cuma, Silifke-Kız Kalesi mi yapacağız. Minibüs ve taşıma işini senin adamlar hallediyor, umarım. Bu şekilde olacaksa, o akşam da yine Mersin’de kebap-rakı yapar mıyız?”

HALÛK ERTÜRK: “45. yılda Kız Kalesi yapmış idik. Felaket kalabalık bir yöre idi, yol da kalabalıktı. Zamanımız yollarda geçmesin…”

UĞUR BABAÇ: “Halûk söyleyince, ben de o külüstür otobüsle yaptığımız o sıkıcı yolculuğu hatırladım. Eser olmasa,😃 hiç çekilmezdi…”

Serdar Balkan, Adana kebabı işinden vazgeçmemişti:

SERDAR BALKAN: “2 Mayıs Cuma günü için sevgili Sadık’a öneriyorum, acaba araştırır mı? Adana sahili Karataş çok güzeldir; kafelerde muhabbet koyarız, yürürüz, isteyen denize de girer. Akşama da özlediğimiz kebap sefası.😎😎

MUSA ONAR: “Serdar, 2 Mayıs, Perşembe oluyor.”

SERDAR BALKAN: “Sorry, 3 Mayıs Cuma tabii ki…”

Doğan Amerikalardan yetişti…

DOĞAN EROĞLU: “60+ kişinin her ayrıntıda fikir birliğinde olmasının zorluğunu düşünerek, bir zaman diliminde de 2, hatta 3 farklı seçenek olabilir; herkes istediğine katılır diye düşünüyorum.”

UĞUR BABAÇ: “Good morning America!”

DOĞAN EROĞLU: “Pazar akşamınız hayırlı olsun kardeşlerim.”

MUSA ONAR: “Abi, adam demokrasinin göbeğinde yaşıyor, o kadar farkı olsun.”

SELİM KALAFAT: “Her şeyin hayırlısı olsun…!”

Selim maşallah Mevlana gibi…

MEHMET NEŞŞAR: “Bana göre, Mehmet, Sadık ve baştan beri sıcak ilgi gösterenlerin yapacağı tek program olsun. Demokrasi gereği, münferit sapmalar her zaman için mümkündür.”

DOĞAN EROĞLU: “Neşşar, özünde aynı şeyi söylüyoruz galiba, ama otorite ve demokrasiyi böyle ustaca harmanlamana hayran oldum. Neşşar, seni mecliste izlemek isterdim.” (Mehmet Neşşar, bir dönem milletvekilliği yapmıştı).

MEHMET NEŞŞAR: “Ben izledim Doğan. Benden başka da (TBMM’de) kimse izlemedi.😁

SADIK GÜNGÖR: “4 Mayıs Cumartesi öğle yemeği için Sabri Gürani ile de istişare edip Kebapçı Eyüp’te yer ayırttım. Açık hava, üstü kapalı. Kebap, humus, fındık lahmacun yenebilir. İçki de var. Mehmet Neşşar için özel turunç da bulunacak.”

Daha ne olsun? Eline sağlık Sadık…

Böylece, yeme-içme konusunda ilk rezervasyonumuz yapılmış oldu. 

 

BİR FOTOĞRAF BİN KELİMEYE BEDELDİR

MEHMET GÜR: “Tahtada, ‘Çay, Süt, Kahve’ yazıyor. Hangi dersteyiz acep? İrfan Bürian ve Ahmet Mülayim’e selâm olsun.”

HALİM ERCAN: “Coğrafya odasında çekildi.”

SERDAR BALKAN: “Bunlar pis edebiyatçılar mı? 😄

Bakın şu Serdar keratasının elli sene sonra şanlı edebiyatçılara dediğine… Siz Serdar’ın kusuruna bakmayın; severiz onu…

DOĞAN EROĞLU: “Fotoğrafta Halim olmasa akşam mütalaası diyeceğim, ama hoş, bazen Halim de mütalaaya gelirdi. Edebiyatçıların mütalaası fencilerinki gibi sıkıcı olmaz, aksine acayip neşeli olurdu. Serdar Balkan, al bu sana…” (diyerek uzun bir parmak işareti nakşetmiş Doğan).

MEHMET GÜR: “Kızları görünce bir başka oynamışlar…”

TUNCER CELASUN: “😄😄😄.”

MEHMET GÜR: “Bilin bakalım ben kimin üzerindeyim. Fotoğrafı ters çevirmeyin; kopya çekmiş olursunuz…”

HALÛK ERTÜRK: “Kemal Tarım.”

MEHMET NEŞŞAR: “Kemal’in gözleri niye yuvalarından fırlamış?”

MEHMET GÜR: “Bilmem, benim suçum yok! Belki, Halim ve Uğur, Kemal’i kafalarıyla mengeneye almış olabilirler.”

KEMAL TARIM: “Asıl soru, ne halt etmeye böyle bir poz vererek fotoğraf çektirmişiz? Plak kapağı gibi…”

Mehmet Kahya, bir TAC Orta fotoğrafı paylaştı. TAC Lise’de beraber okuduğumuz TAC Orta kökenli arkadaşlarımızın Orta 1’deki halleri cidden hoştu. 

Uğur Babaç kendi koleksiyonundaki birkaç fotoğrafı paylaştı:

  • Sigara sohbetleri
  • Kurban kadrosu
  • Mezuniyet
  • Mezuniyet (Edebiyat Sınıfı)
  • Mezuniyet (Fen Sınıfı)

EREN ÖRGE: “Uğur sende ne koleksiyonlar varmış. Benimkiler kaybolup gitti. Eline sağlık, yarım asır öncesine götürdün beni…”

ALİ İPEK: “Uğur, Banner kopyalamayı iyi başarıyorsun…”

Ali burada bir hata yapmış: “Banner” Talas yıllıklarına denir, TAC yıllıklarının adı: “Echo”.

UĞUR BABAÇ: “Evde bir kutu buldum. Hepsi fotoğraf olarak içindeydi. Yıllıklardan değil. Janice bana ait olanları bir yere istiflemiş. Elden geçiriyordum.”

ALİ İPEK: “Sihirli kutu!”

SERDAR BALKAN: “Uğur, dikkat et! Janice istiflemiş ise durum karanlık olabilir: Sepet havası olmasın? 😄

UĞUR BABAÇ: “Yok, yok… Emekli olduk; daha yeni taşındık. Büyük şehirden sonra köyde eve takılıyorum, zaman bol. Frankfurt’tan sonra her şey bir acayip geliyor bana. I’m alone here. Very alone…”

ALİ İPEK: “Atla uçağa, İstanbul’a gel aslanım…”

UĞUR BABAÇ: “

 

ERKEK ERKEĞE SOHBETLER

Konu Serdar Balkan’ın amorf (veya fotomontaj) bir patlıcan resmi paylaşmasıyla başladı.“Fotomontaj olabilir,” diyorum, çünkü sanırım Serdar’ın elinde bir fotomontajlı fotoğraflar koleksiyonu var: İki-üç gün evvel de bir video paylaşmıştı: Sahne ABD’den; Başkan Barrack Obama bir tablonun açılışını yapıyor. Tablo bir kumaşla örtülmüş. Obama kumaşı çektiğinde Atatürk’ün büyük boyutlarda bir fotoğrafı ortaya çıkıyor. Tablonun aslını bilen Mehmet Kahya, Serdar’a hitaben, “Keşke doğru olsa; bu bir fotomontaj… Obama kendi fotoğraf tablosunun açılışını yapıyor,” diye yazınca, Serdar ağlayan bir surat göndermişti. Her neyse, Serdar’ın bu sefer gönderdiği büyük olasılıkla fotomontajlı olan patlıcan testisler şeklindeydi, bir tarafında da penis şeklinde bir çıkıntısı vardı. Fotoğrafı yayınlamaya elim varmıyor; siz gözünüzde canlandırın artık…

TUNCER CELASUN: “😄😄😄”

UĞUR BABAÇ: “😄😄😄”

HÜSNÜ ÖZEK: “Ahlaksız Serdar!”

MEHMET GÜR: “Hem de katıksız ahlaksız…”

DOĞAN EROĞLU: “Ama bu sünnetsiz galiba…”

UĞUR BABAÇ: “İthal patlıcan olmalı!”

MUSA ONAR: “Serdar bunu kendi elleriyle yetiştirmiş.”

UĞUR BABAÇ: “Özçekim mi acaba?”

MEHMET GÜR: “Serdar bunun iki domates ve bir hıyarlı olanını görmemiş galiba. Yurtdışında yaşayan arkadaşlar belki bilmiyorlardır. Olay şu: Çevreyi kirletmemek hedeflenerek, 1 Ocak’tan itibaren Türkiye’de alışveriş poşetleri paralı oldu (25 kuruş). Mizansen midir, bilinmez, adamın biri bakkaldan iki domates, bir hıyar almış. Poşete para vermemek için iki domatesi avucuna, hıyarı da parmaklarının arasına sıkıştırmış, yürüyor. Biri de onun fotoğrafını çekmiş ve paylaşmış.

UĞUR BABAÇ: “😄😄😄”

Serdar dayanamadı; olaya müdahale etti.

SERDAR BALKAN: (Doğan Eroğlu’nun, “ama bu sünnetsiz galiba” lafına karşılık vererek) “Doğan, o zaman Musa tutar, sen de bi’ zahmet sünnet edersin. 😄

DOĞAN EROĞLU: “Ulan Serdar, Konyalı diye gene Musa’yı kayırıyorsun.”

MUSA ONAR: “Doğan, taaa Amerikalardan Serdar’a gaz verme.”

KEMAL TARIM: “Uzun yoldan geldim. ‘Jet lag’ filan, karışmayayım diyordum, ama işte karışıyorum: Ulan serdar, sen bizden iyi bilirsin, gıcıksındır, cinssindir, ama maalesef sevimlisindir ve ne halt etmeye bilmem seni seviyorum. Ama kardeşim, ne iş ulan o patlıcan? Ne ayıp!!!”

MUSA ONAR: “Kemal Serdar’ı çözmüş.”

Gün döndü. Mavra ertesi gün devam etti.

UĞUR BABAÇ: “Günaydın Serdar’cım. Sen onlara bakma… Yıllar hepsini tutucu yapmış. Tam gaz devam! Ben arkandayım… 😄”

MUSA ONAR: “Serdar, sakın Uğur’a kanıp, arkana alma! 😄”

UĞUR BABAÇ: “Musa, ortalığı karıştırma sen de…”

KEMAL TARIM: “Musa, tecrübeye istinaden konuşuyorsun, değil mi?”

UĞUR BABAÇ: “Serdar, bunların ikisi de (Musa ve Kemal) ne fenalar, değil mi?”

KEMAL TARIM: “Serdar, sen yine de uyanık ol. Uğur sanki sen ürkmeyesin diye laf edeyim derken düştü bu yanlışa…”

MUSA ONAR: “Kemal, tecrübeyi Uğur’a sor; On yıl önce bir Talas ziyaretimizde Serdar ve Uğur aynı odada beraber kalmışlardı.”

KEMAL TARIM: “Tam bir ‘case study’: Uğur’u Serdar’a teslim etmek! Hem de gece! ‘Cold case’, ama dosyayı yeniden açmaya değer gibi görünüyor. Ben bu vakaya henüz muttali olduğumdan, (Kemal Talas’ta okumadı) şimdilik parçaları birleştirmeye çalışıyorum. 😄”

UĞUR BABAÇ: “Kemal’cim, iş bildiğinden karışık!”

Tüm bu yazışmalar, hatta daha ‘beterleri’ yapılırken, benim telefonum kapalı idi. Telefonumu ‘hayata’ döndürdüğümde Homecoming 50 sayfasında okunmayı bekleyen kırk-elli birikmiş ileti olduğunu gördüm ve bir çırpıda gülümseyerek okudum.

MEHMET GÜR: “Bu ne lan…? Üç saat uzak kaldık; sirk yerine çevirmişsiniz burayı.”

TUNCER CELASUN: “😄😄😄”

KEMAL TARIM: “Mehmet’cim, her zamanki gibi Serdar’ın yüzünden…”

MEHMET GÜR: “Siz de her haltı Serdar’ın üzerine atıyorsunuz. Bu biraz ‘vur abalıya’ olmuş diye düşünüyorum.”

DOĞAN EROĞLU: “On sene önce Talas gezisine katılamadım diye çok üzülmüştüm. Şimdi, her işte bir hayır varmış diyorum. Ucuz kurtarmışız kendimizi bu terbiyesizlerin elinden.”

UĞUR BABAÇ: “Valla benim en ufak bir suçum yok… Her şey Kemal’den çıktı.”

KEMAL TARIM: “Kuru iftira! Dedik ya kabahatli Serdar diye. Patlıcanı en başta o ortaya çıkardı.”

MEHMET GÜR: “Serdar’ı ahlak zabıtası ilan etsek, yola gelir mi acaba?”

UĞUR BABAÇ: “Memoş, bu keçiyi bahçıvan yapmak olur (Alman atasözü).”

SERDAR SOMER: “ ‘Blind leading the blind’… Bu da buralardan yani Amerika’dan.”

MEHMET GÜR: “Ya tutarsa… (Nasrettin Hoca)”

Doğan da Amerika’da yeni güne uyanır uyanmaz…

DOĞAN EROĞLU: “Nasrettin Hoca neyi tutuyor Memoş? Sen de mi bu ahlaksızlara katıldın?”

UĞUR BABAÇ: “Good morning America! Sen daha konuya hâkim değilsin Doğan. Nasrettin göle yoğurt katıyor, ya tutarsa diyor. Senin aklın hep başka yerlerde…”

MEHMET GÜR: “WhatsApp grubumuzun kurucu üyesi Eren, senden müdahale bekliyoruz. Olayı muhakeme edip, suçluları gruptan atmalısın…”

EREN ÖRGE: “Yüzüm kızardı valla! Son 55-60 senedir bu adamlarla mı arkadaşlık yaptım diye kendi kendimi sorguladım… Başıma gelenler…”

Eren bunu yazdıktan sonra bir video paylaştı ki, AMAN TANRIM, EVLERE ŞENLİK!

Balık baştan kokarmış…😂😄😂  

 

BİRAZ FUTBOL

Bu arada, grup ekranlarına Musa’dan alâkasız bir mesaj düştü:

MUSA ONAR: “Evdeyiz hepimiz Emrem…”

Bunun ne olduğunu anlamadık. Musa birine şifreli bir mesaj mı gönderiyordu acaba? Musa kendini çabuk toparlamış olacak, hemen bir özür iletisi gönderdi. Moses çok kibardır!

DOĞAN EROĞLU: “Moses, kafayı çektin galiba!”

MUSA ONAR: “Yanlış adres seçmişim. Beşiktaş maçını izliyordum.”

“Maç” kelimesi ekranlarda görülür görülmez, futbol üzerine bir sohbet başladı:

SERDAR BALKAN: “Musa, belki Başakşehir ve Kasımpaşa hariç, üç büyüklerin hepsi futbolcu diye, milyon Euroları çapulculara, ciğeri beş para etmezlere, yamyamlara vermişler, değil mi?

Ali Koç güzel konuştu. Galiba son lig maçından sonra, ‘Biz idareciler soyunup oynasaydık, muhtemelen daha iyi sonuç alırdık,’ dedi.”

Serdar, “yamyamlar” lafıyla, büyük ihtimal Afrika kökenli futbolcuları kastediyordu. Serdar’ın ırkçı olduğunu bilmezdim. Esasında değildir; herhalde, bir Fenerbahçeli olarak, Fenerbahçe’nin küme düşme hattında olmasını kaldıramıyor, içini döküyordu…

UĞUR BABAÇ: “Serdar’cım, Türk futbolunun durumunu ne güzel özetlemişsin. O paralar altyapıya, gençlere yatırılsaydı, neler olmazdı! Değil mi?

Hepsinin iflas edip, küme düşmeleri gerek, ama nerde! Kulüplerin borçları Ziraat Bankası’na aktarıldı. Aynı duruma Eintracht Frankfurt düşmüştü. İflas etti; küme düştü. Bak şimdi nerelerde…”

MUSA ONAR: “Serdar, Türkiye Futbol Federasyonu başkanı olmalı, tüm sorunların çözülmesi için…😃

YUSUF DÜVENCİ: “Serdar TFF başkanı olmaydı, ilk icraatı, bu yıl Süper Lig’den düşmeyi kaldırırdı. 😃   

 

TAC AİDATI

TAC Mezunlar Derneği tüm sınıf temsilcilerine yıllık okul aidatları ile ilgili bir yazı gönderdi. Ben de yazıyı arkadaşlarıma ilettim.

MEHMET GÜR: “TAC mezunları Derneği’nin 2019 Aidatları ile ilgili yazısını aşağıda bulacaksınız.”

Sevgili Mezunlar,

TAC Mezunlar Derneği’nin yürüttüğü faaliyetlere 2018 yılında yaptığınız katılım ile, aidat, burs bağışı ve etkinliklere sponsor olarak verdiğiniz desteğe dernek ekibi olarak sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

Sizlerin desteği ile dernek olarak onlarca proje yürütüyoruz. Bir yandan sayısı otuz-dokuza ulaşan Tuğla Burslu kardeşlerimizin halen on-dokuzu okulumuzda eğitime devam etmektedir. Okulumuzun akademik ve sosyal atmosferinin geliştirilmesine sizlerin desteği ile büyük katkıda bulunurken, diğer yandan da mezunlarımıza yönelik projelerle, onların “insan kaynakları” gibi, yükseköğrenim burs desteği gibi ihtiyaçlarına yardımcı oluyoruz. Mezunlarımızı bir araya getirecek etkinlikler yürütüyoruz. Mezunlar Derneği çalışmalarını BizLetter’dan ve sosyal medya kanallarımızdan takip edebilirsiniz.

2019 aidatımızın 300 TL olarak devam etmesi kararını aldık.  Ayrıca, TAC’de burslu okuyup, TAC sonrası yükseköğrenimlerinde de mali destek ihtiyaçları olan mezun öğrenci kardeşlerimize destek olabilmek amacıyla, aidata ek olarak 60 TL/yıl “Üniversite Bursu” katkısı ile bir havuz oluşturulmasını son üç yıldır uygulamaya başlamıştık. Bu uygulamayla özellikle Tuğla Bursu ile okuyan kardeşlerimizin üniversite yaşamlarına destek olabiliyoruz. Sizlerin de benimsediği ve destek verdiği bu uygulamayı bu yıl da devam ettirmeyi hedefliyoruz.

Bende kredi kartı bilgileri olan mezunlarımızın 28 Ocak 2019 tarihine kadar aidatlarını alabilmemiz için onay vermelerini, aramadığınız takdirde, “çekebilirim” anlamına geldiğini bildirmek istiyorum. Geçen yıl aidatlarını taksitle aldığım mezunlarımızı, bu yıl da aynı şekilde çekmeye devam edeceğim. Değişiklik yapmak isterseniz, haber verebilirsiniz. Kredi kartınızı değiştirmek veya son kullanım tarihini kontrol etmek isterseniz de beni arayınız: 0530 333 83 99 (her zaman açık).

Sizlere her konuda ulaşmamıza destek veren sınıf temsilcilerine, şube yönetimlerine de ayrıca teşekkür ederiz.

ÖDEME SEÇENEKLERİ:

  • KK ile; 0530 333 83 99 numaradan beni arayarak KK bilgilerini verebilir ve KK bilgilerinizi kontrol edebilirsiniz.
  • Sanal POS ile; (http://www.tac-alumni.org/online-aidat-odeme) linkini tıklayarak, aidat, burs, bağış ve tuğla ödemelerinizi yapabilirsiniz. Yurt dışına da açıktır. Ödemelerinizin konusunu belirtmeyi ihmal etmeyiniz. Bende KK bilgileriniz olduğu halde Sanal POS’dan ödeme yapacaksanız, bana haber vermenizi rica edeceğim.
  • BANKA ile; Garanti Bankası: TR80 0006 2001 5180 0001 2999 30

Hepinize tekrar teşekkür eder, iyi bir yıl geçirmenizi dilerim.

Saygı ve sevgilerimle,

Betül Öcal

0530 333 8399

betulablatac@gmail.com

Bir ara Serdar Balkan ve Kemal Tarım, memleketteki domates, patlıcan fiyatları üzerine bir yazışmaya daldılar. Serdar’a takılmadan duramadım:

MEHMET GÜR: “Serdar, bırak domateslerle, patlıcanlarla uğraşmayı… Durum vahim: TAC Mezunlar Derneği Sekreteri Betül Abla telefon etti. Sen derneğe son 50 yıldır hiç aidat ödememişsin. 15.000 TL borcun birikmiş. Hesap şöyle: 2019 aidatı 300 kayme olduğuna göre, 300 TL x 50 yıl = 15.000 TL. Betül Abla, ‘Serdar bu parayı ödesin; ben ona her gün acılı Adana Kebabı yediririm,’ diyor. Yandın…”

Serdar böyle bir takılmanın altında kalır mı hiç…

SERDAR BALKAN: “Sana neeeee! Ödeyen sadece beş kişi var. Sen bir çek yaz, herkes adına yolla. Feel free about that… Elin değmişken kalan 46 kişi için 700.000 TL gönder de, Betül Abla’nın işine yarasın.”

Serdar haklıydı! TAC mezunlar Derneği her sene BizLetter dergisinin bir sayısında yıllık aidat ödeyenlerin bir listesini yayınlar. ’69 mezunlarından ödeme yapanların sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi.

Arkadaşlarıma konuya değinen bir ileti göndereyim dedim:  

MEHMET GÜR: “Dostlar;

TAC’de YATILILIK: Talas, TAC için, yatılılık hususunda en önemli kaynaktı. Mesela, Talas’tan 1966 yılında mezun olan bizim sınıftan yirmi-beş kişi TAC liseye geldi. Bunlardan sadece biri (Girol Karacaoğlu), Mersinli olduğu için gündüzlü idi. Buna karşılık, TAC ortadan liseye devam edenlerin sayısı, on-biri yatılı, on-ikisi gündüzlü olmak üzere yirmi-üç idi.

Talas’ın 1967’de kapanmasını takip eden yıllarda, TAC’de yatılı nüfus gittikçe azaldı. TAC yöresel bir okul oldu ve yatılılık 1980lerde son buldu.

SEV: Ben, SEV’de 1998-2012 döneminde mütevelli, yönetim kurulu üyesi, başkan yardımcısı ve başkan olarak görev yaptım. Mütevelli Heyeti ikna edilerek, TAC’nin bekası için, yatılılık 2002 yılında önce erkekler, 2008’de ise kızlar için tekrar tesis edildi. Esas proje, yatılı nüfusunu arttırmak için, yerleşkede yeni binaların yapılması idi. Sadık Paşa Konağı yanındaki eski çırçır fabrikasının arsası SEV tarafından satın alınarak, orada modern yatakhanelerin de bulunduğu binalar inşa edildi. Yeni yerleşkeye “Talas” adı verildi.

AİDATLAR: Bugünkü TAC, 5 senelik (1 hazırlık + 4 lise) bir okuldur. Okuldaki yatılı nüfusun önemli bir bölümü, merkezi lise imtihanlarında yüksek puan alarak, burslu okuyan öğrencilerden oluşmaktadır. Burslar için gerekli paranın bir bölümü ise, mezunların verdikleri yıllık aidatlardan karşılanmaktadır.

Ne kadar çok sayıda aidat ödentisi = o kadar çok sayıda burs olanağı = TAC’ye Türkiye’nin her ilinden o kadar çok sayıda yüksek puanlı öğrenci kabulü…

Sevgiler,”

DOĞAN EROĞLU: “Mehmet’çiğim, önce bizi bilgilendirdiğin ve SEV’e olan katkıların için çok teşekkürler. Sonra da, yazmadığın son paragraf için nacizane bir öneri: Eğer bu grup TAC’ye bir hatıra bırakmak amacıyla bir fon kurmayı uygun görürse, severek katılırım. Sırf Serdar’dan gelecek 15.000’i düşünürsek, oldukça yararlı olur.”

MEHMET KAHYA: “Ben de karınca kararınca katılırım.”

MEHMET GÜR: “Ne güzel bir fikir… Yıllık aidatlar dışında, TAC’nin bir de ‘Bir tuğla da sen koy’ olayı var. Stickler Binası, sanki yeniden inşa ediliyormuş gibi, inşaat tuğlaları teker teker veya bloklar halinde satılıyor. Buradan elde edilen gelir de, yine burslar için kullanılıyor.

Dernek başkanı Ali Cerrahoğlu (‘78) ile konuşup, sizi daha sonra bilgilendireceğim.”

 

BİZ HÂLÂ GENCİZ…

EREN ÖRGE: “Doğan, Eser, gitmişken gençlerle tek pota 10 dakika tepişsek…”

ESER GÖKLER: “👍

DOĞAN EROĞLU: “Ben her türlü tepişmeye hazırım: Halı saha, pota, vs. İlk sayıyı/golü biz atarsak, maçı hemen orada bitiririz. Bu arada, 40. veya 45. “Reunion” kutlayanlar olursa, daha makul. Kalkıp da 16’lıklara rezil olmayalım.”

MEHMET GÜR: “Mezuniyetlerinin 60. yılını kutlayacak 1959 mezunlarından maç teklifi aldım. Hazır mısınız arkadaşlar?”

EREN ÖRGE: “Yirmi sayı avans veririz.”

MEHMET GÜR: “Biz de veririz diyorlar.”

EREN ÖRGE: “😄”

DOĞAN EROĞLU: “Memoş, ne maçı olduğu hakkında bir bilgi verdiler mi? Olur ya!”

MEHMET GÜR: “Ping-Pong.🏓

UĞUR BABAÇ: “Güreş olabilir; antremanlıyımdır.”

  • Kırkpınar pehlivanları Uğur Babaç ve Alptekin Orhon

YUSUF DÜVENCİ: “Bana sorarsanız, ‘yatakta en hızlı kim dönüyor’ müsabakası yapın. 😄 😄 😄

KEMEL TARIM: “‘En iyi ölü taklidi’ diyeceğim, ama sanırım onlar kazanır…”

Derken, TAC Mezunlar Derneği’nin tüm sınıf temsilcilerine gönderdiği  şöyle bir yazı geldi:

“Değerli Sınıf Temsilcileri, merhabalar,

Homecoming çok yaklaştı.

Bu sene Homecoming’de dönemler arası minyatür futbol ve basketbol turnuvaları düzenleyeceğiz.

Değerli sınıflarınızla konuşup, katılım durumunuzu bildirir misiniz?

Şimdiden çok teşekkürler.

Saygılarımla,”

Umut Yalnız (’88)

Anlaşılan, Umut spor karşılaşmalarından sorumlu kişiydi. Umut’a hemen bir cevap gönderdim ve aynı yazıyı arkadaşlarımla da paylaştım:

MEHMET GÜR: “Selâm Umut, 50. yıllarını kutlayan ’69 mezunları üç kişilik bir takımla minyatür basketbol turnuvasına katılmak ister. TAKIM: Eser Gökler, Eren Örge, Doğan Eroğlu.”

EREN ÖRGE: “👍

ESER GÖKLER: “👍

MEHMET GÜR: “Bu aslanların her biri Türkiye’yi ve TAC’yi yabancı liglerde temsil ediyorlar. Bu takımla, karşımıza çıkma cesaretini gösterecek her takımı ezer, geçeriz.” 😄

DOĞAN EROĞLU: “Memoş, bizim sınıfı futbola da yazdır: Uğur Köksal, Tuncer Celasun, Saffet Atıcı, Ali İpek, Eren Örge, Kemal Tarım, poposunu hâlâ kaldırabiliyorsa Turhan Bakkaloğlu ve bendeniz müthiş bir takım oluştururuz. Eser’i de adam geçirmez adam olarak savunmaya koyarız. Unuttum, Yusuf Düvenci’yi de savunmaya koy, o da top geçirmez.”

Bunun üzerine Umut Yalnız’a tekrar yazdım. Benim iletimi ve Umut’un cevabını yine arkadaşlarımla paylaştım:

MEHMET GÜR: “Dostlar, Homecoming futbol turnuvası ile ilgili başvurumuz aşağıdadır:

Sevgili Umut,

’69 mezunları olarak, basketboldan sonra bir de minyatür bir futbol takımı oluşturduk. Takım kadrosu Homecoming 2019’a katılacak 36 kişilik ’69 mezunlarının TÜMÜdür.

Not: Takım kadrosu standartların üzerinde biraz GENİŞ tutulmuştur. Nedeni, her 60 saniyede bir, sahadaki oyuncuların değiştirileceğidir.

Görüşmek üzere,

Mehmet Gür (’69)

Gelen cevap aşağıdadır:

‘Merhaba Mehmet Abi,

Her iki turnuva için kaydınız alınmıştır. Maçlarda şimdiden başarılar dilerim.

Saygılarımla,

Umut Yalnız (’88)

TUNCER CELASUN: “Mehmet, 60 saniyede bir oyuncuları değiştirmeyi iyi düşünmüşsün.” 😄😄😄

MEHMET GÜR: “Ayrıca, üç adet 🚑 (cankurtaran) istedim.”

Ambülans denen o vasıtalara biz eskiden “cankurtaran” derdik. Daha güzel bir tanımlamaydı.

ALPTEKİN ORHON: “Konu futboldan açılınca, aklıma bir anı geldi: Son sınıflar okuldan ayrılmadan önce fen ve edebiyat şubeleri arasında minyatür saha maçı yapılırdı. Bizim senemizdeki fen-edebiyat arasındaki jübile maçının hakemliğini ben yapmıştım.”

Alptekin fenci idi. Fen-edebiyat maçında nasıl hakemlik yaptı, anlayamadım. Edebiyatçıların maçı mağlup olarak bitirmelerinin sebebi şimdi anlaşıldı…

SERDAR BALKAN: “Hakem de belli oldu: Alptekin. Biz de “cici hakem” diye bağırırız gari…😄😄 Futbol maçı kadrosu için Sırrı Ergun’u unutmuşsunuz.”

Sırrı, TAC futbol takımının efsane kalecilerinden biriydi. Doksana takılacak topları omuzunun çıkması riskini göze alarak uçarak kurtarırdı, ama zaman zaman maçı kolu çıkmış olarak terk etmek zorunda kalırdı.

DOĞAN EROĞLU: “Sırrı kolunu sahada bırakmasın diye takıma alınmadı. Durup dururken bir de Mine Ergun’un gazabına uğramayalım! Sırrı elli sene önceki ‘teknik sorumlu’ görevine devam edecektir. Serdar Balkan’a ise özel bir görev verilmelidir: Karşı takımın iyi oyuncuları ile kavga çıkarıp, onları oyundan attırmak…”

SERDAR BALKAN: “ Yahu siz ne diyorsunuz? Ben Talas ve Tarsus’ta rahmetli İrfan ile 50, 100, 200 metre ile 4×100 metre koşularında ‘sprinter’ olarak koşardım. Ayrıca hocalar beni dört-beş kere hem basket hem futbol sınıf takımlarına seçmişlerdi ki, bana verilen görev topla ilgilenmemem, sadece bizim yarı sahaya adam geçirmemem idi.”

MEHMET GÜR: “Arkadaşlar, turnuva takımlarıyla ilgili olarak, Uğur Köksal futbol takımı kaptanlığına, Eser Gökler basketbol takımı kaptanlığına ‘açık oy – kapalı tasnif’ uygulaması sonucunda, açık ara oy birliğiyle seçilmişlerdir. Takımları oluşturma görevi kaptanlardadır. Kaptanlarımıza ve oluşturacakları efsane takımlarımıza şimdiden başarılar, eski tabiriyle muvaffakiyetler dileriz.”

ESER GÖKLER: “👍

Eser Gökler’in dalgınlığına gelmiş olacak, ‘emoji’ göndermek huyundan vazgeçip, yazılı bir paylaşım yaptı:

ESER GÖKLER: “Doğan Eroğlu ve Eren Örge takım oluşturmada bana yardımcı olsunlar lütfen…”

Eser’in hayatı espri; üzerine yoktur… Stand-up etkinlikleri için sahneye çıksa, dünyanın en meşhurlarından biri olurdu!

MEHMET GÜR: “Millet, bu arada, Sınıf Temsilcileri WhatsApp Grubu’na diğer sınıflardan da başvurular gelmeye başladı. İşte bir tanesi:

Umut Abi,

’99 mezunları olarak hem futbol hem basketbol turnuvasında varız. İddialıyız!

’99 mezunlarına ne dersiniz? 99-69=39 yıl fark! Yer miyiz?”

Yaptığım yazım hatasını paylaşımı yaptıktan sonra gördüm…

MEHMET GÜR: “30 yıl fark”

DOĞAN EROĞLU: “Bu adama paramızın hesabını bıraktık… Haydi hayırlısı!” 😄

MEHMET GÜR: “Daha da güzeli var:”

TUNCER CELASUN: “😄😄😄”

SERDAR BALKAN: “Mehmet bir edebiyatçı olarak böyle toplama-çıkarma hatalarını yapsa da etkinliklerin düzenlenmesinde bir İsviçre saati kadar başarılı. İsviçre eğitimli ne de olsa… Ben maçlar için PONPON KIZLARI hazırlamaya başladım.” 😄😄😄

Evet, maçları ancak ponpon kızlar sayesinde kazanabilecektik…

 

RÜYA

MEHMET GÜR: “Aranızda rüya yorumu yapabilen var mı? Dün gece bir rüya gördüm: Talas-Konak’ta Orta 1 yatakhanesinde Mr. McCain’in odasındayız. Müzik dinliyoruz. Oda dolu, ama sadece McCain’i ve Talas-Tarsus’ta bizden bir sınıf küçük Cemil Köksal’ı seçebiliyorum. İkisinin de toprağı bol olsun…”

MEHMET NEŞŞAR: “Homecoming sickness.”

SERDAR BALKAN: “Sana kısmet var…😀 Miras olabilir…”

ALİ İPEK: “Yalnızlık, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin…”

DOĞAN EROĞLU: “Ve arkadaşlarım, birlikte olamadığım ayrılığımsın…”

SELİM KALAFAT: “Vay, vay, vay! Haydi hayırlısı…”

MEHMET GÜR: “Döktürün bakalım!”

DOĞAN EROĞLU: “Ali bunu herhalde rakı masasından yazdı diye, çerez mahiyetinde yolladım. Bunun üzerine “Ah ulan ah” narası bekliyorum!”

ALİ İPEK: “Vedat Sakman’ın şarkılarından.”

DOĞAN EROĞLU: “Dinleyeceğim, akşam kafayı çekerken.”

ALİ İPEK: “Afiyet.”

DOĞAN EROĞLU: (Mehmet Neşşar’ın “Homecoming sickness” lafını kastederek), “Memoş, sen bir Neşşar’ı ara. Hastaya özellik prensibinden hareketle, ortamda paylaşamadığı şeyler var gibi. Sanki senin rüyanı yorumlamış gibi…”

Serdar Somer ta Amerikalarda yaptığı araştırmanın sonuçlarını paylaştı:

SERDAR SOMER: “Google search: While dreaming dead people may be scary, sometimes it can be a good omen. In case if in your dream a dead person comes back to life, it may mean that something lost will soon return (money, a thing or even social status).

Başka bir manası da şu olabilir: Dream interpretation books sometimes explain that we have such kind of dreams when the soul of our deceased relative or friends has not found peace yet, and advise to hold additional ceremonies.

Tarsus’ta hamama gidip, McCain ile gittiğimiz günü anacağız.

Kemal o günü iyi hatırlar… Tellak mı, kirci mi?”

DOĞAN EROĞLU: “Serdar Balkan da miras demişti zaten.”

SERDAR SOMER: “Mehmet, milli piyango bileti al.”

MEHMET GÜR: “Evet, genel istek üzerine, bugün milli piyango bileti alacağım. Çıkarsa, Tarsus’ta beraber yeriz.”

TUNCER CELASUN: “Şansın bol olsun.”

SERDAR BALKAN: “Mehmet, bilet almadan önce Cuma namazlarına başla. Sonra Ankara ile görüş. Malum, kazananlar orada belirleniyor. 😄😄😄”

YUSUF DÜVENCİ’nin telefonundan Talas’ta bizden bir sınıf büyük olan Tayfun Taner yazmış: (McCain’i kastederek), “Cenazesi İstanbul’da olunca gidemedim, ama eşi Evin Hanım, beni İzmir’de Anglikan kilisesindeki törene çağırdı. Gittim ve beş dakikalık bir konuşma yaptım. İyi adamdı. Ben Talas’a başladığımda (1961), 12 yaşındaydım, o ise 22 olmalıydı. Daha yeni gelmişti Türkiye’ye. Ölünceye kadar burada kaldı. Herkese selâm.” Tayfun Taner.

MEHMET KAHYA: “McCain’in vefatını yeni öğrendim. Toprağı bol, mekânı cennet olsun.”

Hocamız Mr. McCain’in Türk vatandaşı olduğu gün çekilmiş bir fotoğrafını arkadaşlarımla paylaştım.

Bizlere Talas’ta ve Tarsus’ta uzun seneler hocalık yapan, Mersin Kızkalesi sahilinde beni denizde boğulmaktan kurtaran, SEV’de Board Heyeti’ni temsilen mütevelli görevini üstlenen, Amerikalı olan birinci eşinin (Sally McCain) vefatından sonra bir Türk hanımla (Evin McCain) evlenerek, Türk vatandaşlığını seçen ve İzmir’in Urla ilçesine yerleşen Alan Mick McCain’i böylece anmış olduk…

MEHMET NEŞŞAR: “Haydar Hoca’nın 101. yaş gününe giden var mı?”

130 senelik TAC’nin 100 yaşındaki eski edebiyat öğretmeni meşhur Haydar Hoca, 12 Şubat 2019 tarihinde 101 yaşına girecekti. TAC Mezunlar Derneği bir bildiri yayınlayarak, Haydar Hoca’nın 12 Şubat günü TAC’ye giderek, öğrencilere bir konuşma yapacağını bildirmiş, mezunları katılıma çağırmıştı.  Mehmet Neşşar’ın “…giden var mı?” sorusuna, “Evet, gideceğim,” cevabı veren olmadı, ama biz Mayıs ayında Tarsus’a gittiğimizde, Haydar Hoca’yı ziyaret etmeyi zaten planlamıştık.

OĞUZ ÖZGÜVEN: “Gençler 😄, Kızım Başak, yaptığı üniversite tahsili dışında, ilgili olduğu konuları içeren bir blog açtı: Hastalıkların düşünsel nedenleri.  (http:// bisayfadan.blogspot.com) İlk olarak romotolojik hastalıklar. Yaş itibari ile ilginizi çekebilir. Ziyaret ederseniz ve ilginizi çekerse, takip de edebilirsiniz. Yerli ve yabancı bayağı akademisyen takipçisi oldu. Tavsiye ederim. Selâm ve sevgiler.”

 

TAC’de ’69 MEZUNLARI TABLOSU

MEHMET GÜR: “Stickler binasındaki “mezunlar koridorunda” yukarıdaki tablo yer alıyor. Biraz cılız kalmış: 39 kişi mezun olmuştuk, bu tabloda 18 kişi var. Bari, Tarsus’a giderken yanınızda 2019 model bir vesikalık fotoğrafınız olsun ki, tabloya ekleyelim 😃.”

UĞUR BABAÇ: “Uğur ‘Babacan’ kim ya?”

Uğur, soyadının yanlış yazılmasına, haklı olarak epeyi içerlemiş olacak ki, böylesine feveran etmiş. Uğur’u yatıştırmaya çalıştım:

MEHMET GÜR:  “Babacan bir Babaç.” “Uğur, sen de bir “name sticker” getir. Değiştiririz.”

UĞUR BABAÇ: “😄 Unutmazsam getiririm.”

UĞUR BABAÇ: “Orhan Alptekin – Daha iyi” (Alptekin Orhon olması gerekirdi).

UĞUR BABAÇ: “Ahmet Bürian” (İrfan Bürian olması gerekirdi).

MEHMET GÜR: “Uğur azizim, müthiş bir gözlemcisin… Tüm hataların düzeltilmesi, elli sene sonra senin işin.”

YUSUF DÜVENCİ: “Hata, hatadır. Elli yıl sonra da olsa, düzeltilmeli. 😉😃👍

MEHMET GÜR: “Desteğinden dolayı teşekkürler, sevgili Yusuf.” 👍

EREN ÖRGE: “Memo, tablodaki fotoğraflar bizim Echo ’69 yıllığında yok. Bende ’68 yıllığı yok. Acaba, oradaki fotoğraflar işe yarar mı? ’67 yıllığında herkesin teker teker fotoğrafı var.

Şimdi John Snyder’dan öğrendim. ’68 yıllığında da sadece toplu fotoğraflarımız varmış. O zaman, ’67 yıllığındaki fotolar işe yarar herhalde… Gerçi, biraz tıfıl gibiyiz. 😄”

MEHMET GÜR: “Sanırım işe yarar. Photoshop’ta biraz bıyık, sakal filan ekleriz.”

TUNCER CELASUN: “Ne hale gelmişiz…! 😄😄”

UĞUR BABAÇ: “Snyder’a rica etsek, öyle güzel bir tablo yapar ki!”

John Snyder TAC’de İngilizce Edebiyat dersi hocası idi. Fotoğrafçılığa da meraklıydı, hatta “Echo” adı verilen okul yıllıklarında yer alan fotoğrafların bir kısmı kendisi tarafından çekilmişti. Snyder, 1968 mezunlarının Mayıs 2018’deki 50. Yıl etkinlikleri için Amerika’dan Türkiye’ye gelmiş, TAC ’68 mezunlarının bir kısmı ile Güneydoğu Anadolu gezisine katılmıştı. Eren Örge, Snyder’ı bizim WhatsApp Grubu’na da kaydetmişti; hem de epeyi müstehcen bir fotoğraf ile birlikte. John, o fotoğrafını daha sonra değiştirdi; yakışıklı bir yaşlılık fotoğrafını paylaştı. Türkiye’de hocalık yaptığı dönemde öğrendiği Türkçesini unutmamış, hatta ilerletmişti.

EREN ÖRGE: “Jonn Snyder hocamızla dün yazıştık. İsteyen, kendisine özelden ‘geçmiş olsun’ mesajı yollayabilir.”

Eren, Snyder’ın kendisine yazdığını bizlerle paylaştı: “…..I’m in the hospital right now getting the çöp cleaned out of one of my carotid arteries (boyun şahdamarı?), just tedbirli. Neşşar would understand.”

Snyder’ın özel hesabına bir ileti göndererek, “Geçmiş olsun hocam” dileğimi ilettim. Doktor olan arkadaşımız Mehmet Neşşar da grubumuza bir ileti gönderdi:

MEHMET NEŞŞAR: “Ben de Snyder’la mesajlaştım. Herhangi bir “nörolojik defisit” oluşmamış. Bu sevindirici.”

John Snyder’la ilgili bu yazışmalardan sonra, tekrar TAC ‘69 Mezunları Tablosu’na dönersek…

UĞUR BABAÇ: “ Echo ’69 fotoğraflarının neyini beğenmiyorsunuz?”

EREN ÖRGE: “Olabilir tabii. Daha değişik bir mezunlar tablosu olurdu! Senin suratın belli de, benimki pek bir karanlık.😫

UĞUR BABAÇ: “ ’69 nesli dünyayı değiştirdi. Yoksa unuttunuz mu? Bizim de bir ayrıcalığımız olsun. Eren’in suratını Photoshop’la aydınlatırız.”

“’69 nesli dünyayı değiştirdi; yoksa unuttunuz mu?” Hiç unutulur muydu? 1960’lar, yani Talas ve Tarsus’u da içine alan dönem, benim bugüne kadar yaşadığım en anlamlı ve güzel bir on senelik dönemdir…

MEHMET GÜR: “Yok, yok… Ben yine de tablodaki fotoğrafıma sahip çıkayım. Duşun altındaki o fotoğrafım biraz müstehcen; biliyorsunuz TAC’de şimdi kızlar var…😃”

UĞUR BABAÇ: Ben de öyle! İsmime razıyım (Uğur, burada soyadının “Babacan” olarak hatalı yazılmasına değinmiş). Yarım asırdan sonra unutulmuş gitmişiz be! İsteseler, pekâlâ yapabilirlerdi. Okulun bize verdiği değeri yansıtıyor tablo.”

EREN ÖRGE: “Bu tablodaki fotolar ne zaman çekildi ki?”

MEHMET GÜR: “Bilmiyorum hâkim bey. O zamanların özçekimleri galiba…😃“

Uğur’u bilirim; bilmiyor olmama zaten imkân yok! Yedi sene yatılı olarak beraber okuduk, yaşadık. Hayata hep olumlu yönlerden bakmaya çalışır. Son derece sevecen, ama bir o kadar da hassastır. Yazdıklarından, bu fotoğraf tablosu olayının onun epeyi canını sıktığını düşünüyordum. Gönlünü almak gerekiyordu.

Aklıma, Uğur’un “Echo ’69 fotoğraflarının neyini beğenmiyorsunuz…” lafı geldi. 1968-1969 eğitim yılı için hazırlanmış Echo ’69 yıllığında tüm mezunların, çoğunu Talas’tan sınıf arkadaşımız Mustafa Marangoz’un çektiği büyük boy ve “esprili” fotoğrafları vardı:

  • Eser Gökler: Günün ilk dersine sürekli geç kalmasıyla nam salan Eser Gökler, yatakhanede bir ranzanın üst bölümünde gömlekli-kravatlı olarak hâlâ uyurken fotoğraflanmıştı. Okul günü için giyinmiş, fakat tekrar uykuya dalmıştı… Eser’in sabahları uyanamamasının nedeni, bize kendisinin anlattığına göre, geceleri okul duvarlarının ötesine geçerek, Tarsus ormanlarında yabani domuz avına çıkmasıydı!

 

  • Tuğrul Altan: Tuğrul’un yıllıktaki fotoğrafına hâlâ gülerim. Çalışkan bir arkadaşımız olmasından dolayı, lâkabı “inek” idi. Tuğrul, fotoğrafta bir ineğin önünde dizlerinin üzerine çökmüş, elini ineğe doğru uzatmış olarak “Möööö!” derken, altyazıda da, “Sonunda, konuşabileceğim birini buldum!” cümlesi yer alıyordu.
  • Mehmet Gür: Lise son sınıftayken, 1968 Eylül ayının başında Mersin-Kız Kalesi sahilinde, denizde bayılıp boğulma tehlikesi geçirdikten sonra, benim suyla aramın iyi olmadığını düşünen Mustafa Marangoz, bana bir teklif getirdi: “Memo, denizde boğulmanın hatırası olarak, senin yıllık fotoğrafın duşta çekilecek bir fotoğraf olsun. Duşun altında, elinde açılmış bir şemsiye tutacaksın; belinde bir cankurtaran simidi olacak, ayaklarına da balonlar bağlayacağız.” Teklifi kabul ettim.

Bursa’da oturan Halûk Ertürk’e telefon etmeyi düşündüm. Göz hastalıkları profesörü olan Halûk, Talas’tan, yani 1962’den beri arkadaşımdı. Talas’a Ankara’dan gelmişti. Talas okul numaralarımız bile arka arkaya idi: Ben 265, Halûk 266. Halûk askerliğini İskenderun’da yaptı ve hatta askerliğinden sonra İskenderun’da bir muayenehane açtı. En büyük hobisi fotoğrafçılıktı.

“Tamam,” dedi Halûk. “Bende tarama aleti de var; yıllıktaki fotoğrafları tararım ve tablonun boyutlarına göre tüm fotoğrafları yerleştiririm.”

“Tablonun boyutlarını okuldan Betül Abla’dan öğrenebilirsin. Hem fotoğrafçılıktan anlıyorsun, hem de zevkli insansın. Güzel bir tablo hazırlayacağından eminim. Bu senin eserin olacak. Halûk, şimdiden ellerine sağlık,” dedim.

Telefonu kapattıktan sonra, WhatsApp grubumuza yazdım:

MEHMET GÜR: “Uğur’un sınıf tablomuz ile ilgili feveranı cevapsız bırakmak olmaz; bir şeyler yapacağız. Echo ’69 fotoğraflarından yeni bir “Class of ‘69” tablosu yaparak, TAC’deki hatalı ve eksik tablonun yerine asacağız. Biraz evvel göz ve fotoğraf üstadımız Halûk Ertürk ile konuştum. Sağolsun, bu işi üstlendi.”

UĞUR BABAÇ: “Mr. Snyder’ın biraz iyileşmesini bekleyip, onun da kıymetli fikirlerinin alınmasını öneririm. Memoş seni seviyorum.”

EREN ÖRGE: “Ben kendisiyle (Snyder’la) yazıştım. Şayet yıllıktaki fotoğraflar kendisinde varsa, tarayıp gönderecek. Sağol Halûk.”

Serdar fikrini beyan etmeden duramaz…

SERDAR BALKAN: “Eskinin hatırasını bozmayalım. Sevgili Halûk’un eser-i şahanesini mevcut panonun altına, üstüne, yanına, neresine uyarsa oraya asalım, “o yıllar-bu yıllar” yazalım; daha “cool” olmaz mı?”

ALPTEKİN ORHON: “Eski panoda isimler, soyadları yer değiştirmiş, yanlış yazılmış. Eski resimler kalacaksa bile, bunların düzeltilmesi ve eksiklerin tamamlanması gerek 50. Yıl dolayısıyla.”

UĞUR BABAÇ: “Serdar’cım, o tablo, eskinin hatırası matırası falan değil! Bozan mozan da yok. Kendisi bozuk! Hem yalan yanlış, hem eksik, hem de mezuniyet senesinin fotoğrafları değil. Tabloyu çöpe atmalı, yapana da İstiklal Marşı’nı söyletmeli.”

SERDAR BALKAN: “As you wish Uğur’cuğum.”

DOĞAN EROĞLU: “Bir seçenek de, foto montajla yıllık fotoğraflarının kafalarını keserek, vesikalık şekline getirmek. Halûk emekli olmadığı için, buna vakti yoktur herhalde. Rahmetli Ahmet Mülayim olsaydı, tam ona göre bir işti bu. Belki biri bulunabilir Memoş.”

UĞUR BABAÇ: “Ne kafa kesmesi oğlum! O güzelim fotoğrafların kafaları kesilir mi! Vesikalık olması zorunlu mu? Bırakın Halûk’u, yapsın bir şeyler. Birisi diyor “eser-i şahane”, birisi diyor “Ah Mülayim olsaydı”. Adama daha başlamadan bıraktıracaksınız vallahi.”

Think big! Think different!

Haydi oldu olacak, ben de bir şey diyeyim: “Poster photo collage”. Yıllıktaki o göz nuru çizgi motifleri de kullanarak. Eren emekli; çok iyi bilir çizgi işlerini.”

DOĞAN EROĞLU: “Ciğerim benim! İsteyen istediğini yapsın. Uzaktan adamcağıza iş buyurmak istememiştim; o vesileyle de Mülayim’i de analım dedim. Kıt kanaat fikir üretiyoruz; seni üzmek ister miyim hiç… Yoksa, Eintracht Franfurt mu yenildi? Bir Serdar’a, bir bana geçiriyorsun; önerisi olan da korkacak…”

UĞUR BABAÇ: “Oğlum, siz de aranıyorsunuz! İkinizi de hasretle öperim. Haftalardır kar, soğuk. Yapayalnızım. Evden çıkamıyorum. Kusura bakmayın lütfen.”

DOĞAN EROĞLU: Ben de seni öperim. Bak yatışınca ne güzel fikirler üretiyorsun. Bence sen Eintracht Franfurt sevdasından vazgeç. Bak biz Fenerbahçeliler nasıl seviniyoruz, 17. sıradan 12. sıraya çıktı diye.”

UĞUR BABAÇ: “Canımsın! Senin için Fenerbahçeli bile olurum.”

DOĞAN EROĞLU: “Daha değil. Sana yapar mıyım bunu?”

Eski dostların yazışmasına Kemal Tarım da karıştı:

KEMAL TARIM: “Lan, çok sevimlisiniz be❤😉❤”

UĞUR BABAÇ: “Selâm Kemal! Sen ne dersin bu işlere?”

KEMAL TARIM: “Uğur’cum, iyi akşamlar. Ne diyeceğime gelince, bu canlılık pek hoşuma gitti. Siz biraz oynaşın da, bana laf düşerse söylerim.”

Kemal eski can dostlar arasındaki tatlı laf dalaşını ne güzel yorumlamış.

Class of ’69 tablosunun 1969 okul yıllığındaki fotoğrafların kullanılarak tekrar yapılması hususunda Halûk Ertürk’le temasımız sürdü. Halûk, uğraşıları sonunda ’69 yıllığındaki fotoğrafları taranmanın iyi netice vermediğini, kuşe kâğıda basılı olan ’67 yıllığındaki, yani bizim Lise 1 fotoğraflarımızı kullanmaktan başka çare olmadığını ifade etti. Sonuç olarak, 39 kişilik ’69 Mezunları Tablosu 1967’de çekilmiş olan vesikalık fotoğraflardan yaratılmış oldu. Lise 1 sınıfı sonunda TAC’den mezun olmuş olduk…

AMERİKAN FUTBOLU

MEHMET GÜR: “Oğlum Doğan (Doğan Eroğlu ABD-Atlanta’da yaşıyor), siz siz olun, dikkatli olun… Atlanta’da  “Super Ball” veya “Super Bawl” denen bir maç oynanacakmış. Bu maç için, Atlanta’ya 1.000.000 küsur hırsız, katil, sapık, yankesici, yandan kesici “hooligan” gelmiş. Evden çıkmayın…

Serdar Somer kardeşim, sen de Atlanta’dasın, değil mi? Sen de evden çıkma…😃

🕶 Atlanta’daki maç bir fikir verdi: Tarsus’ta 2 takım kurarız. Birinin kaptanı Serdar, diğerinin kaptanı Doğan olur. Amerikan futbolu maçı yaparız.”

DOĞAN EROĞLU: “Biz bu haftadan sağ çıkarsak, fikrini seve seve uygularız. Ama yine de, bildiğimiz bir oyunun maçını yapalım derim.”

SERDAR SOMER: “Amerikan futbolu seyir sporu benim kitabımda…”

Kaptan adaylarından biri,”Bildiğimiz oyunun maçını yapalım”, diğeri, “Ben ancak seyrederim” deyince, Tarsus’ta Amerikan futbolu oynamak suya düştü…” 😃😪

Amerika’daki maç oynandı bitti; ‘Kim kazandı? Nasıl kazandı?’ bilmiyorum, ama anlaşılan Uğur Babaç maçı Almanya’dan seyretmek için önemli bir çaba sarf etmiş…

UĞUR BABAÇ: “Nasıl hâlâ yaşıyor musunuz? Ben ilk yarıda uyumuş kalmışım. Sonra bir baktım ki, Trump’ın arkadaşı Brady kazanmış. Abi, siz sahiden seyrediyor musunuz bu oyunu? Bence, oyunun en heyecanlı tarafı Mercedes-Benz Stadı idi. Futbol seyretmek isterseniz, Eintracht Frankfurt’un maçlarını tavsiye ederim.”

Uğur, çok uzun seneler Frankfurt’ta oturdu. Anlaşılan, Eintracht Frankfurt futbol takımının koyu bir taraftarı olmuş.

DOĞAN EROĞLU: “Stadımız pek güzeldir; daha iki yaşında bile değil. Futbol (bizim bildiğimiz futbol) takımımız Atlanta United da bu sahada oynuyor; geçen sezon şampiyon olduk. Stat baştan öyle tasarlanmış: Hokus pokus, bir futbol sahası oluyor, bir Amerikan futbolu sahası. Geçen sezon 7 kere lig seyirci rekoru kırdı; hepsi 70.000+. Acayip göze hoş gelen futbol oynuyorlar. Sezonda buraya gelirseniz, maça götürürüz. Senin Eintracht Frankfurt’a fena takarlar.😄 Takım tutmuyorsan, Amerikan futbolunun son 10 dakikası yeter.”

Anlaşılan, Doğan da, Atlanta United takımının koyu taraftarı olmuş… Uğur, “takarlar” lafının altında kalır mı…!

UĞUR BABAÇ: “Dedim ya!. Stadın güzel olduğu adından belli. Eintracht Franfurt’a takmak pek kolay değil bugünlerde. Canım benim!”

Uğur bir zamanlar Eintracht Frankfurt takımının küme düştüğünden bahsetmşti. Uğur’un yazdıklarına göre, takım bugünlerde kendini toparlamış…

 

TARSUS ŞELALESİ

Tarsus’ta yaşayan arkadaşımız Sadık Güngör Şubat ayı ortalarında Tarsus Şelalesi’nin bir videosunu paylaştı. Şelale sularının pek öyle yükseklerden düşüşü yoktu, ama yağışlı bir mevsim olduğundan sular köpürerek akıyordu. Güzel bir video paylaşmıştı Sadık.

SADIK GÜNGÖR: “Dün çektim bu videoyu.”

MEHMET GÜR: “Eline sağlık Sadık. Biz geldiğimizde de böyle bol su istiyoruz.”

SADIK GÜNGÖR: “İnşallah Homecoming’e kadar su akmaya devam eder, çünkü baharda barajda su tutmaya başlarlar.”

KEMAL TARIM: “Harika! Sadık, ben o şelaleyi hayal meyal hatırlıyorum. Anlatsana…”

  • Tarsus Şelalesi…

TUNCER CELASUN: “Kemal’ciğim, Tarsus’ta görüşmek üzere…”

YUSUF DÜVENCİ: “Videolar için teşekkürler Sadık. Güzel anılarım canlandı sayende. Bisikletle gidip, biyoloji laboratuvarı dersi için az mı örnek topladım o şelalenin altında… O zamanlar cılız bir su akardı hep; şelalenin bu halini hiç görmemiştim.”

Tarsus Şelalesi’nin videodaki güzel görüntüleri, hazırlanacak 2-5 Mayıs programına şelalede bir kahve-çay molası verme fikrini aşıladı.

Sadık, aynı gün bir de “Six Little Stories” başlıklı bir paylaşımda bulundu:

  • Once all villagers decided to pray for rain. On the day of the prayer all the people gathered, but only one boy came with an umbrella. That’s FAITH.
  • When you throw babies in the air, they laugh because they know you will catch them. That’s TRUST.
  • Every night we go to bed without any assurance of being alive the next morning, but still we set the alarms to wake up. That’s HOPE.
  • We plan big things for tomorrow in spite of zero knowledge of the future. That’s CONFIDENCE.
  • We see the world suffering, but still we get married and have children. That’s LOVE.
  • On an old man’s shirt was written a sentence, “I’m not 80 years old. I am sweet 16 with 64 years of experience. That’s ATTITUDE.

Hoş, değil mi?

 

İKİ ANNEYİ KAYBETTİK

Ocak ayında Musa Onar’ın annesini, Şubat ayında ise Oğuz Özgüven’in annesini kaybettik. Onlar oğullarını daha on-bir yaşında Talas’a, on-beş yaşında Tarsus’a gönderen annelerdendi. İki arkadaşımıza da büyük kayıplarından ötürü üzüntülerimizi ilettik. En anlamlı taziye, Ali İpek’in Oğuz’a gönderdiği başsağlığı mesajındaydı: “Oğuz kardeşim, ben annemi 1986’da kaybettim. Sana ne mutlu ki, uzun yılları annenle beraber paylaşma fırsatın olmuş. Acı yine de büyük oluyor; sabırlar dilerim. Başın sağ olsun!”

* * *

Yusuf Düvenci’ den bir “Temel Fıkrası”

Temel İtalya’da Fiat fabrikasında işçi olarak çalışmaktadır. O dönemin Sovyetler Birliği lideri BREJNEV, resmi bir ziyaret için İtalya’ya gelmiştir. Programda Fiat fabrikasını ziyaret vardır. Brejnev fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Temel ile karşılaşır. Herkesin gözü önünde “Vay Temel – Vay Leonid” diyerek, sarılıp kucaklaşırlar; ayaküstü sohbet ederler. Tüm protokol, bu dostluktan dolayı büyük bir şaşkınlık yaşamaktadır. Konuk gittikten sonra patron Temel’i çağırıp, Brejnev’i nereden tanıdığını sorar. Temel, “Hiiiiç!” der. “Ben eskiden komünisttim. Parti beni 1 Mayıs kutlamaları için Moskova’ya göndermişti; orada tanıştık.”

Birkaç ay sonra, bu sefer ABD Başkanı NIXON gelir İtalya’ya. Yine aynı program ve fabrika ziyareti söz konusudur. Tezgâhların arasında “Vay Temel – Vay Richard” muhabbeti yaşanır. İyice meraklanan patron, ziyaretten sonra Temel’i çağırır. Soru da, cevap da aynıdır: “Bir ara Amerika’ya göç etmeye kalkıştım. New York’ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon, o zamanlar çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu,” der Temel.

Olay bu kadarla kalsa iyi! İki ay sonra, bu kez Fransa Cumhurbaşkanı DE GAULLE’ün ziyaretinde de aynı olaylar yaşanınca, Fiat’ın patronu Angelli derin bir bunalıma girer. Kendisini tanıyan pek yok; yanında çalışan Temel’in ise uluslararası bir çevresi var.

“De Gaulle’ü nereden tanıyorsun Temel?”

“Nazilere karşı Paris’te yeraltı savaşı yapıyorduk. Özel kuryesiydim,” diye cevap verir Temel.

“Sen böyle meşhur olan herkesi tanır mısın?”

“Eh evet, hemen hemen…”

Patron Angelli iyice hırslanmış…

“Neredeyse, ‘PAPA da arkadaşım’ diyeceksin.”

Temel gülmüş. “Tabii ki tanırım; yakın arkadaşımdır.”

Angelli haykırmış: “İspatla; ispatlayamazsan kovarım!”

Temel: “Tamam, bu Pazar ayininde Vatikan Meydanı’nda olun. Papa balkondan konuşma yapıp, halkı takdis ederken, ben de balkonda onun yanında olacağım.”

Patron Angelli Pazar gününü iple çekmiş. Vatikan’da Papa’yı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış. Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Temel… Kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor; onu en ön sırada görmüş. O sırada bir kargaşa olmuş; biri bayılmış. Temel bayılanın kendi patronu Angelli olduğunu görünce, Papa’ya, “Bana müsaade,” deyip, meydana koşmuş. Angelli yerde yatıyor; bir-iki kişi de ayıltmaya çalışıyor. Temel çevresindekilere, “Bu benim patronumdur, ne oldu?” diye sorunca, biri cevap vermiş: “Siz Papa ile balkona çıktığınızda, patronunuzun yanında iki Japon turist vardı. Japonlardan biri sizin patrona, “Şu sağdaki bizim Temel, ama yanındaki kim?” diye sorunca, seninki düşüp bayıldı…”

***

Sadık Güngör birkaç adet bira, rakı ve şarap şişesinin fotoğraflarını paylaştı. Tüm şişelerin üstündeki etiketler 1950-1960’lardan kalma nostaljik etiketlerdi.

MEHMET GÜR: “Sadık Mayıs’ta bize şarap kavlarını, rakı depolarını açacak galiba…”

SADIK GÜNGÖR: “Antika şaraplar sizleri bekliyor.”

DOĞAN EROĞLU: “Şahane! Bu arada, sen Mehmet Gür için ayran bulundurmayı unutma…”

MEHMET GÜR: “Ayyaşlar!”

Serdar alkol muhabbetini kaçırır mı hiç!

SERDAR BALKAN: “Oğlum Mehmet! Senin haberin yok galiba… Sadık Girit kökenlidir. Bilmem, çiftlikte üzüm yetiştiriyor mu? Şarabı orada yapıyordur.”

SURİYELİLER

Serdar Balkan bir gün bir karikatür paylaştı. Karikatürün konusu Türkiye’de artan işsizlikti. Serdar inşaat mühendisidir; Ak Parti iktidarı öncesi Vakıflar Genel Müdürlüğü için epeyi iş yapmıştı. Uzun zamandır vakıf ihalelerinin hep yandaş yüklenicilere verildiğinden şikâyet ediyordu. Serdar’a bir muziplik yapayım dedim…

MEHMET GÜR: Serdar, bizim yan apartmandaki komşu, dairesine üç adet tablo astıracakmış. Bir yüklenici arıyor. Senin adına konuşayım mı? İş iştir…”

SERDAR BALKAN : “Konuş valla 😎. Tabi burada acı olan husus Türk’ün durumu… Keşke işsiz durumda olan ben olsam! Suriyeli Arapların kanımızı emme katkısını da unutmamak gerekir.”

MEHMET GÜR: “Başhatun Arap. Soydaşlarına sahip çıkıyor.”

UĞUR BABAÇ: Serdar’cım, suçu Suriyelilere atmak çok kolay. Türkiye’de çalışma ahlakı kalmamış, Tembellik almış yürümüş. Ben mesela adam/kadın çalıştırmıyorum. Aletler aldım, kendi işimi kendim yapıyorum. Paramla rezil olmaktansa…

Ayrıca, Anadolu’da yapılan DNA araştırmalarında pek Türk genine rastlanmamış. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”

EREN ÖRGE: 👍

SERDAR BALKAN: “Gariban Suriyelileri bizim gerzekler kışkırtmasalardı, onların aklı da yoktu, Türkiye’ye gelecek halleri de. Bu fukara ülke ülkemiz, %99’u hiçbir şey yapmayan dört küsur milyonu beslemek zorunda kalmayacaktı. Daha da kötüsü, %50’si cahil olarak yaşayan toplumumuzda cehalet oranı %56-57’ye çıkmamış olacaktı. Vandalizm bu kadar artmayacaktı. Cehalet kapanından, vandalizm kapanından kurtulma umudumuz daha fazla olacaktı. Sırf o dört milyon sığınmacı, bizi muhtemelen 15-20 sene geriye attı. Belki maksat da bu idi…”

UĞUR BABAÇ: “Serdar’cım, korkma birader! Bir nesil sonra onlar senden, benden daha Türk olacaklar. Suriyelileri dışlamak, ‘böl ve yönet’ politikasının tuzağına düşmektir. Asıl cehalet burada…”

SERDAR BALKAN: “‘Böl ve yönet’ bu değil Uğur’cum. Onlar parçamız değil ki… ‘Emanet’ diyelim; ‘misafir’ diyelim. O dört milyonu Almanya alsa, Suriyeliler bir nesil sonra Almandan daha Alman olsa, biz de hayıflansak, ne iyi olur! Benim gibi düşünenler rahatlar.

Onların yerleri, vatanları olmalı. Türkiye Suriye ile barışıp, mülteciler için af ve garanti alarak, onların tamamını Kuzey Suriye’de AB fonları ile hazırlanacak yerleşimlere otobüslerle götürüp yerleştirmeli.”

UĞUR BABAÇ: “Abi, bir de hepsine sarı yıldız tak bari; toplanmaları kolay olsun…”

Suriyeliler konusu bu laflamalarla devam ederken, Yeni Zelanda’da yaşayan sınıf arkadaşımız Girol Karacaoğlu WhatsApp grubundan çıktı.

MEHMET GÜR: “Biz dün gece uyurken, Girol veda etmiş. Kızdıracak ne yaptık?”

EREN ÖRGE: “Girol bir şeye kızmamıştır. Hatırladığım kadarıyla gayet sakin bir yapısı vardı. Yeni Zelanda’dan herhalde gelemeyecek, onu için çıkmıştır…”

UĞUR BABAÇ: “Memo’cum, ben tahmin edebiliyorum: Zamanında Girol’un ailesi de, benim ailem de Suriyeliler gibi aynı sebeplerden buralara kaçmış gelmiş. Amcam Kocaeli Valisi, babam subaydı. Hadi Serdar konuşuyor. Ama sizler? Arap, Musevi, Ermeni arkadaşlarınızla aynı okulda okumuş sizler! Bir tek reaksiyon vermediniz (Eren hariç).”

SERDAR BALKAN: “Uğur, neden bana bulaştın oğlum? Ben sadece TC’nin ciddi Suriyeli problemini, muktedirin aymazlığını ve AB’nin ikiyüzlülüğünü dile getirdim. Fikir hürriyeti…”

MEHMET GÜR: “Uğur’cum, canım kardeşim, Atatürk’ün yüzlerce anlamlı ve özlü sözlerinin arasında, benim en anlamlı bulduğum sözü, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ sözüdür. Atatürk’ün bu sözüyle, Türkiye’de yaşayan, kökü Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, Mezopotamya, Suriye olan tüm Türkiyelileri kastettiğinden zerre kadar tereddütüm yok. Bilirsin, ben Hatay’da, yani çok değişik kökenli insanların bulunduğu bir bölgede doğup büyüdüm. Benim çocukluk arkadaşlarım Türk, Arap, Rum, Ermeni, Musevi, Levanten kökenlidir. Yani, Hatay Türkiye’nin büyük ölçekli bir aynasıdır. Benim kendi öz kökenimden, dinimden, mezhebimden olmayan insanlara başka gözle bakmam söz konusu olamaz.

Bugünkü Suriyeliler konusu başka bir kategoride olan bir husustur. Serdar’ın feveranının nedenlerini büyük ölçüde anlıyorum. İki genel neden var:

  • AK Parti’nin Suriye politikası başından beri hatalıdır. Buradaki kızgınlık AKP’ye karşıdır.
  • AB, Suriye Savaşı’nın insani boyutunun yükünü paylaşmadığı gibi, vermeyi taahhüt ettiği maddi katkının ancak %20’sini yerine getirmiştir. Buradaki kızgınlık AB’ye karşıdır.

Bu iki hususun neticesi olarak, Türkiye’de işsizlik, her türlü suç sayısı ve oranı ve fakirlik artarken, güvenlik azalmıştır, Bunları gözden uzak tutmamak gerekir.

Topraklarımızdaki Suriyeliler için yirmi-sekiz üyeli AB bugüne kadar 2 milyar € harcamışken, yirmi-sekiz ülkenin en fakirinden %50 daha fakir olan Türkiye 35+ miyar € harcamıştır.

Almanya İçişleri Bakanı’nın üç-dört sene önceki beyanatını hatırla: ‘Türkiye’de Suriyeli kampları kuralım; işimize yarayanları alalım…’

Her zamanki gibi hasretle kucaklarım.”

UĞUR BABAÇ: “Memo’cum, senin duruşundan bir saniye bile şüphe etmedim. Anlattığın nedenler bana yabancı değil ve hepsi doğru. Ama olayın bir de insani boyutu var. Zavallıları hedef gösterip, KKK (Ku Klux Klan) vari bir insan avı başlatmaya gerek yok.

Ayrıca, böyle ciddi konuları derinine tartışmak için WhatsApp ve bu ortam doğru bir yer değil.

Hasretle öperim, canım kardeşim.”

 

KEMAL’İN YUMUŞAK KALBİ

KEMAL TARIM: “Lan oğlum, kapatın şu siyasi içerikli mevzuları yahu! Geldik gidiyoruz. Havanda su mu döveceğiz bu saatten sonra?

Ben dün bir karar vermek zorunda kaldım… Kararı zorlanmadan verip, by-pass’a hayır dedim. Evet desem, iyileşme hesabı tutmuyor; Mayıs’ta aranızda olamıyordum. Oysa, o günü iple çekiyorum. O güne kadar da böyle mevzular istemiyorum şahsen ve eminim, benim gibi düşünen çoktur.”

SERDAR SOMER: Ben de Tarsus’ta politika olmasın derim. Bilhassa ‘immigration’ konuları son derece hassas olan bir konu. Bu konu bugün Amerika’yı tamamen ikiye böldü. Aileleri ikiye böldü.”

Biz bölünmemek için Kemal Tarım ve Serdar Somer’in sözünü dinledik. Dinlemesine dinledik, ama telefon ekranları bir anda Kemal’e ‘geçmiş olsun’ mesajlarıyla doldu. Kemal’e telefon ettim: Kemal, stent taktırmakla by-pass arasında bir seçim yapmak durumunda kaldığını, kendi durumunda stent taktırmayı tercih ettiğini anlattı. Grupta konuyla ilgili yazışmalar devam etti:

HALİM ERCAN: “Kemal, stent başka, by-pass başka iş. Stent ise erteleme. Meseleyi biz mi anlamadık? Bu arada, geçmiş olsun.”

KEMAL TARIM: “Halim’cim, Pazartesi Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde stent işine başlanacak. Bir haftada tamam olur sanıyorum. By-pass olsaydım Mayıs ayına yetişemezdim. Hem sen beni boş ver. Sen nasılsın?”

HALİM ERCAN: “İyidir, Kemal.”

Canım Halim kardeşim!  

MEHMET NEŞŞAR: “Kemal’ciğim, Aslında, by-pass da Mayıs’a yetişir. Atla deve değil. Hangisi için daha uygun diyorlarsa, onu yaptır.”

Adaşım Mehmet tıp eğitimi yapmış, genel cerrahi alanında profesör olmuştu.

KEMAL TARIM: “Mehmet’cim, sağol da, ben bir bıçak daha yemek istemiyorum. Stent ve by-pass uygulamalarının birbirinin üstünlüğüne dair bir kanıt yokmuş zaten… Stent benim için daha iyi olacak eminim. İki-üç haftada toparlarım.

Lâkin, sevgili arkadaşlarım, kendimi spotları üzerime çekmiş gibi hissediyorum ve bunu istemiyorum. Durumumu söylerken, bütün istediğim hayat elimizden uçup giderken, lüzumsuz konularla uğraşmayı bırakmamamızın iyi olacağına işaret etmekti. Herkese baştan teşekkürler ve lütfen bu konuyu kapatalım artık. Mayıs’ta katır gibi sapasağlam olacağım, söz!”

MEHMET GÜR: “Evet, kapattık. Şimdi konumuz MÜZİK: Geçen sene Mayıs ayında Ankara’ya Talas yemeğine gittim. Sağolsun, Alptekin Orhon, bana oğlunun gitarını getirdi. Yemekte okul şarkılarını ve Talas Marşı’nı çalıp söyledik. Yemekten sonra, galiba Sinan Bayraktaroğlu Abi’miz idi, Alptekin ve benim yanıma gelerek, ‘Arkadaşlar, şu marşı bir CD’ye okutsak, yoksa bizlerden sonra kaybolup gidecek,’ dedi.

Alptekin mütevazıdır. Yaptığı güzel bir işi kendisi doğrudan anlatmaz: Alptekin işi üstlendi*, uğraştı; Talas Marşı’nı Ankara Konservatuarı’nda bir koroya müzikli olarak CD’ye okutturdu. CDlerin ilk partisi 16 Ocak 2019 tarihinde İstanbul’daki Talas yemeğinde katılımcılara dağıtıldı. İkinci parti 23 Mart 2019’da Ankara’daki Talas yemeğinde dağıtılacak. Eminim, Alptekin üçüncü partiyi Tarsus Homecoming’de, daha önce yemeklere katılamayan Talaslılara ve Tarsus Orta kökenli arkadaşlarımıza dağıtacak. Göreceksiniz, müthiş bir eser ortaya çıktı.

Talas kökenliler, Talas ve Tarsus’u bir gördükleri için, bu konuyu Tarsus Homecoming 50 ortamında yazdım.”   

*Alptekin’in anlatımına göre, Ankara’da her sene Talas yemeklerini tertipleyen Talas-Tarsus mezunu Gürkan Ertaş Abi, Alptekin’i bu işle görevlendirmiş. Ben Alptekin’e marşın sözlerini ve akortlarını gönderdim. Marşın YouTube’da Cemal Mutlu’nun paylaştığı bir videosu da vardır. 2015 senesinde İstanbul’daki Talas yemeğinde çatal bıçak sesleri arasında amatörce çekilmiştir.

Marşın melodik olarak akışının belirlenmesi için, Alptekin’e bu videonun varlığından da bahsettim. Normal olarak, Talas Marşı önce İngilizce, sonra Türkçe sözlerin söylenmesinden sonra son bulur. Ben, Talas yemeklerinde marşı biraz uzatmak için İngilizce sözleri Türkçe sözlerden sonra bir kere daha tekrarlarım. Alptekin’e bu hususu söylemeyi unutunca,  CD’ye okunan marşta da İngilizce sözler iki kez okunmuş oldu… Olsun, daha güzel!”

 

Kemal Tarıma, “Tamam kalp konusunu kapattık,” demiştik, ama birkaç gün sonra konuyu tekrar açtım:

MEHMET GÜR: “Kemal nasılsın? Taburcu oldun mu?”

KEMAL TARIM: “Mehmet’cim, stent takıldıktan bir gün sonra taburcu oldum. On-beş gün sonra iki adet daha takılacak. Çok iyiyim, ama yorulmamam gerekiyor bir süre.”

YUSUF DÜVENCİ: “Kemal, geçmiş olsun kardeşim. Merak etme, normal yaşamına devam et. Bana da bir tane taktılar. Üç-beş günde normal yaşamıma döndüm. Mayıs’a kadar turp gibi olursun…”

KEMAL TARIM: “Yusuf’cum, valla yokuş tırmanma dışında bir sorunum yok. Günlük yaşam aynen devam ediyor. Kendimi şimdiden iyi hissediyorum. İki stent daha takılınca yepyeni olacakmışım gibi geliyor bana…”

YUSUF DÜVENCİ: “Tarsus’ta anlatırım ben sana ne yapacağını…”

KEMAL TARIM: “Bak şimdi merak ettim…”

Doğrusu ben de merak ettim… Yusuf Tarsus’ta stent takılmış bir kişinin seks hayatında neler yapması gerektiğinden mi bahsedecekti acaba? 😃

Serdar Balkan orta yaşı geçenler için durumu anlatan bir yazı paylaşarak duruma el koydu:

ORTA YAŞI BİTİRDİNİZ Mİ? Cevabınız “Evet” ise, okuyun.

  • Endişelenmeyin, böbrek mafyası artık sizinle ilgilenmiyor.
  • Uçak kaçırma olaylarında serbest bırakılacak ilk rehine sizsiniz.
  • Kimse sizin bir yerlere kaçıp gitmenizi beklemez.
  • Akşam yemeklerini saat 16:00’ya yiyebilirsiniz.
  • Akşam saat 21:00’de arayan dostlarınız, “Uyandırdım mı?” diye soracaklardır.
  • Sizin için hayatta artık ders alınacak bir şey kalmamıştır.
  • Üzülmeyin, yeni aldığınız hiçbir şeyi kolay kolay eskitemeyeceksiniz.
  • Seks olmadan yaşayabilirsiniz, ama gözlüksüz asla.
  • Sağlıkla ilgili konularda çok hararetli tartışmalara girersiniz.
  • Hız limitini aşma diye bir sorununuz kalmaz.
  • Plajlarda göbeğinizi içeri çekme gibi bir sorununuz olmayacaktır.
  • Eklemleriniz en doğru hava tahmini bilgisini verir.
  • Tüm sırlarınız arkadaşlarınızda güvendedir, çünkü onlar da hatırlamayacaklardır.

Liste herhalde çok daha fazla uzayabilirdi. Başımıza neler geleceğini kısa kestiği için Serdar’a minnettar kaldık.

Hüsnü Özek KBB profesör doktorudur. Dünya tatlısı, babacan bir insandır. Talas’tan sonra TAC’ye gelmedi; liseyi Ankara Koleji’nde bitirdi. Bir ara uzattığı kıvırcık uzun ağarmış saçları ona çok yakışmıştı. Kestirdiğini görünce ona üzüldüğümü söyledim. Hüsnü, paylaşımından dolayı Serdar’a takıldı:

HÜSNÜ ÖZEK: “Serdar, sende bir yaşlanma duygusu hissettim. Dilerim yanılıyorumdur. Bağdat Caddesi’nin yirmilik kızları ne yapar sonra?”

Yanılmıyorsam, Serdar bizim sınıfın bugüne kadar hiç evlenmemiş tek müzmin bekârıdır. Bağdat Caddesi’nde her mevsim yaptığı piyasa yürüyüşleri ile tanınır. Özçekim yapan cep telefonlarının piyasaya sürülmesi Serdar’ın çok işine yaradı: Yürüyüşleri sırasında bol bol “selfie” çekip, bizlerle paylaşır. Fotoğrafların bayağı arka planında caddede yürüyen, vitrin bakan hanımları görmek mümkündür…

SEVGİLİLER GÜNÜ

14 Şubat Sevgililer Günü geldi çattı. Romantik Hüsnü Özek kırmızı renkte nefis bir gül resmini altında şu yazıyla paylaştı: Hayatınızda “doğru” kişi varsa, takvim size hep 14 ŞUBAT’tır. Doğrusu, güzel bir özlü söz… Benim paylaşımım yine Talas’la ilişkili bir paylaşım oldu:

MEHMET GÜR: “Sevgililer Günü’ne katkım, TAC Orta kökenli kardeşlerime bir Talas hikâyesi anlatmam olsun: TAO’nun simgesi 4 adet H harfi idi (4H). Açılımı: Hand, Head, Health, Heart. Bunlar, okulun öğrencilere kazandırmayı hedeflediği değerleri ve ilkeleri simgelerdi.

4H, Türkçede 4K olurdu. Açılımı: Kol, Kafa, Kuvvet, Kalp.

Aradan yıllar, uzun yıllar geçti. Bugünlerde 4K yeni bir “açılım” kazandı: Karısı Kızından Küçükler Kulübü

Sevgililer Günü kutlu olsun!”

Tarsus’ta geçirdiğim dönemde TAC’nin, Talas’taki gibi, öğrenimin ve eğitimin amaçlarını vurgulayan bir sembolü veya bir sloganı yoktu. Mezun olduktan birkaç sene sonra okula yaptığım bir ziyarette okulun ana kapısından sonra duvara vidalanmış bir levha üzerinde  “Türkiye için liderler, dünya için liderlik” sloganının yer aldığı dikkatimi çekti. Bunun çok geniş anlamlı bir slogan olduğunu düşündüm; bilhassa “dünya için liderlik” lafı bana gereğinden fazla iddialı geldi.  Hâlbuki çok daha güzel ve anlamlı bir çözüm vardı: Mademki Talas tarihe karışmıştı, Talas’ın basit, fakat çok anlamlı 4 H (Hand, Head, Health, Heart) veya 4 K (Kol, Kafa, Kuvvet, Kalp) diye bilinen eğitim ve öğretim felsefesi sloganı Tarsus’ta kullanılmalıydı. Ne de olsa iki okul da aynın bünyenin okullarıydı.

SEV’de vakıf mütevellisi olarak görev yaptığım senelerde Talas’ın 4H ve 4K simge ve sloganlarının İstanbul-Sancaktepe’de yeni açılacak SEV Lisesi’nde kullanılmasını önermiştim. Öneri SEV Mütevelli Heyeti’nin hoşuna gitmişti, ama benim SEV’den ayrılmamdan sonra konuyu takip eden olmadı.  

Sevgililer Günü’ne bir katkı da Avusturya’dan, yani Eren Örge’den geldi:

EREN ÖRGE: “Karşıdan ellerinde külahlarla dondurma yiyen üç kadın geliyor. Biri dondurmayı yalıyor, biri ısırıyor, biri emiyor. Kadınlardan hangisi evlidir sizce?”

Uğur Babaç Almanya’dan cevapladı.

UĞUR BABAÇ: “Isıran.”

EREN ÖRGE: “Hayır, parmağında alyans olan.”

DR. WINKLER ARAMIZDAN AYRILDI

Dr. Warren Winkler, biz Talas’ta öğrenciyken hem okulun hem de okula bağlı olarak çalışan, halka açık kliniğin doktoru idi.  Okulun dört-çeker cipi ile civar köylere de hasta bakmaya giderdi.

28 Şubat 2019 tarihli Sözcü gazetesi Dr. Winkler’ın vefatını “Anadolu Winkler’ı hiç unutmayacak” başlığı altında şöyle duyurdu: VKV (Vehbi Koç Vakfı) Amerikan Hastanesi’nin eski başhekimlerinden Amerikalı Dr. Warren H. Winkler 91 yaşında yaşama veda etti. Kayseri’nin Talas İlçesi’nde çalıştıktan sonra Türkiye’de kalarak, Muş ve Kars’taki halk sağlığı projelerini yönetmişti. Anadolu’da birçok insanın hayatını kurtaran Winkler’ın1959-1967 yılları arasında Talas’ta çalışırken tuttuğu tıbbi kayıtlar ve günlüklerden derlenmiş, “İki Doktor, Bir Yolculuk” adlı kitabı da var. Winkler için 4 Mart’ta 11:30’da VKV Amerikan Hastanesi’nde tören düzenlenecek.

MEHMET GÜR: “Gazetenin haber başlığı çok doğru ve anlamlı. Değerli bir insandı.   SEV’de de on-dört sene mütevelliler olarak beraberdik. Törene katılacağım.”

TAC-Orta kökenli arkadaşlara bilgi (TAC-Orta kökenliler Dr. Winkler’ı tanımıyorlardı) : Mr. Winkler Talas’ta bizim okul doktoru, o zamanki eşi Mary L. Winkler ise ihzaride (hazırlık sınıfı) İngilizce hocamızdı. Daha sonra boşandılar. Mr. Winkler Türkiye’de kaldı. Talas’tan sonra Nişantaşı Amerikan Hastanesi’nde uzun seneler başhekim olarak görev yaptı. Bir habere göre, vücudunu hastaneye bağışlamış. Dolayısıyla, sadece bir anma töreni yapılacak.”

4 Mart’ta yapılan törene gittim. Tören salonuna girişteki taziye kuyruğunda Mr. ve Mrs. Winkler’ın Amerika’dan gelen kızı ve ailesi de vardı. Talas’tan olduğumu söyleyince boynuma sarıldı.  Törenin yapıldığı salon çok kalabalıktı.  Törende Talas-Tarsuslu Tuncay Sergen ve İbrahim Orhon’un da olduğunu daha sonra öğrendim. Kalabalıktan birbirimizi görememiştik. Koç Ailesi de başta Rahmi Koç olmak üzere en üst seviyede temsil edildi. Rahmi Koç güzel bir konuşma yaptı. Dr. Winkler’ın hem babası Vehbi Koç’un hem de kendisinin doktoru olduğunu belirtti.  Törende Talas ve çevre köylerde çekilmiş birçok fotoğraf perdeye yansıtıldı.

 

SESSİZLİK SONRASI

WhatsApp gurubumuzda bir hafta kadar süren bir sessizlik oldu; kimse bir şey yazmadı, paylaşmadı.

MEHMET GÜR: “Pışşşşt… Kimse var mı orada?”

SADIK GÜNGÖR: “Var.”

MEHMET GÜR: “Üzerinize bahar yorgunluğu çöktü galiba. Kimseden pek ses çıkmıyor.”

SADIK GÜNGÖR: “Dün de aynı şeyi ben düşündüm. Hatta Sabri Gürani’ye telefon edip söyledim.”

UĞUR BABAÇ: “Havalar düzeldi, o yüzden.”

Canım kardeşim Uğur; daha önceki bir iletisinde Almanya’da poposunun donduğundan, dışarı adım atamadığından bahsetmişti.

TUNCER CELASUN: Merhabalar arkadaşlar, evet, epeydir sessiz kaldık, ama bu bence Homecoming heyecanından olacak. Elli yıldır görüşemediğimiz arkadaşlar var. Beni bu buluşma heyecanı sardı bile… Okul günlerimizi hatırlıyorum. Az kaldı.”

KEMAL TARIM: “Selâm canlar. Ben rektifiye olup Datça’ya döndüm. Şimdi yatıp yuvarlandığım yerden Mayıs’ı iple çekiyorum.”

MEHMET GÜR: “Ben bugünlerde bizim “isim etiketleri” ile uğraşıyorum. Sanırım yaka kartlarını 2 Mayıs’ta otelde yakalarınıza takabileceğiz. Milletin birbirini tanımasında yardımcı olur. Serdar Somer Atlanta’da çekilmiş bir fotoğraf göndermişti hatırlarsınız. Ben Serdar’ı o fotoğrafta cidden tanıyamadım. Dile kolay, aradan elli sene geçmiş…”

SERDAR SOMER: “Mehmet’ciğim, beni tanıyamadığı belirtiyorsun. O da bir şey mi? Ben aynaya bakınca kendimi tanıyamıyorum.”

KEMAL TARIM: “Serdar’cım, tıpkı sevgili babana benzemişsin. Onu, onun o sevecen yüzünü unutmuş olsam, ben de seni tanıyamazdım valla…”

EREN ÖRGE: “Biz 2 Mayıs’ta inşallah saat 17:30 gibi Adana Havalimanı’na ineceğiz. Oradan galiba Havaş otobüsleri Mersin’e servis yapıyor. Herhalde en kolay ve hesaplı ulaşım bu şekilde, değil mi?”

SADIK GÜNGÖR: “Evet, her uçak için servis var. Galiba 15 TL kişi başı.”

EREN ÖRGE: “Bilgi için sağol Sadık.”

YUSUF DÜVENCİ: “Eren, Adana’ya İzmir’den gideceksin, değil mi?”

EREN ÖRGE: “Hayır Yusuf, biz Viyana’dan İstanbul’a, oradan da Adana’ya gideceğiz.”

Eren ve eşi Sabina’nın Çeşme’de bir evleri vardır. Avusturya’dan gelerek, her sene yazın bir bölümünü orada geçirirler. Eren, WhatsApp grubumuzun kurulduğu zamanlar Tarsus’a Çeşme üzerinden geleceklerini belirtmişti. Daha sonraki bir tarihte yaptığımız bir telefonla konuşmamızda, Türkiye’ye gelecekleri tarihe yakın katarakt ameliyatı olması gereğinin ortaya çıktığını, dolayısıyla, Tarsus’tan evvel Çeşme’ye gitmekten vazgeçtiklerini söyledi.

Bu katarakt ameliyatı sırasına herhalde hepimiz teker teker gireceğiz. Esasında, ameliyattan sonra gözlük takma zorunluluğunun ortadan kalkması güzel bir şey…

 

BİZLETTER

Mart ayının sonuna doğru TAC Mezunlar Derneği’nden bir ileti geldi. Derneğin yayınladığı BizLetter adlı derginin  “online” bağlantısı veriliyor ve bağlantının dönem arkadaşlarıma bildirilmesi isteniyordu.

MEHMET GÜR: “Rahmetli Ahmet Mülayim’in biz TAC’de iken başlattığı BizLetter’ın son sayısının bağlantısı şöyledir: (Bağlantı için tıklayınız.)

Ahmet Mülayim’e herkes soyadı ile hitap ederdi. Ahmet Mül ayim’in adı “Mülayim” idi. Esasında çabuk sinirlenirdi… Mülayim, tümünü kendi el yazısıyla yazdığı ve okulun bir duvarında sergilenen bir gazete çıkarırdı. Gazetecilik onun baba mesleğiydi. Okuldaki her sınıfta bir “muhabiri” vardı;  onlar sınıflarda geçen olayları Mülayim’e bildirirlerdi. Doğrusu, hocalar arasından da gizli ajanlar atamış ise, buna hiç şaşırmam. Cin gibi biriydi Mülayim… Gazetede sınıf ve okul haberlerinin yanı sıra, yurt içi ve dışı haberlerle ilgili yorumlar, okul idaresine yönelik eleştiriler, nadiren de olsa bazen övgüler yer alırdı.

SADIK GÜNGÖR: “Allah rahmet eylesin. Son günlerine kadar telefonla görüşürdük. Hastalığını anlatır, ben de ona moral vermeye çalışırdım.”

ALPTEKİN ORHON: “Ahmet Mülayim’in Talas numarası 205, Tarsus numarası 360 idi. Tarsus’ta duvar gazetesi olan BİZ gazetesinin hem genel yönetmeni hem de edebiyat sınıfının yazarı (muhabiri) o idi. Ben de fen sınıfını temsil ederdim. Yazılar mavi renkte boyalı bir kutuda yer alırdı ve geceleri içinde ışık yanardı. Mülayim yazıları gazetenin asıldığı duvarın hemen yanındaki odada yazardı. Orası BİZ gazetesinin odası idi. Yanında Coop vardı.”

SERDAR SOMER: ““Online” olmadan önce, BizLetter bana “hardcopy” olarak gelirdi. Onu Mülayim’in başlattığını unutmuşum.”

MEHMET GÜR: “Basılı kopyaları hâlâ var. Belki artık yurtdışına gönderilmiyordur. Evet, BİZ gazetesini Mülayim başlattı. Daha sonraki yıllarda yazı ve baskı işlerini TAC Mezunlar Derneği üstlendi. Eski BİZ gazetesi, dernekten mezunlara “BizLetter” ismini aldı.”

“BizLetter” kelimesinin kompozisyonunu kim yapmışsa, güzel yapmış: Kelimenin  “Biz” bölümü ve “Letter” kelimesinin birinci “e” harfi kırmızı, “Ltter” bölümü ise siyah renkte yazılıyor. Dolayısıyla, “Bize Letter”, yani biz mezunlara mektup anlamı ortaya çıkıyor.

KEMAL TARIM: “BİZ’de benim de ‘Şeytan’ın Yaptırdıkları’ başlıklı yazım çıkardı; hatta Müdür Robeson’un ranza altlarının çarşafla kapatılmasına ettiği lafa çıkışan yazım yüzünden sansür yemiştik.”

DOĞAN EROĞLU: “Ve inci gibi, kaligrafi değerindeki yazısıyla yazardı bütün gazeteyi Mülayim…”

KEMAL TARIM: “Hem de IBM daktilo kalitesinde yazardı o güzel adam.”

MUSA ONAR: Sevgili Mülayim’in edebiyat sınıfına hediye ettiği felsefe sınav soruları da onun unutulmayanları arasındadır. Fenciler Allah’ın sıcağında çalışırken, biz denizde onun sayesinde serinlemiştik. ‘Çilingir’ unvanını hak etmişti rahmetli.”

Mülayim’i böylece bir kere daha anmış olduk.

 

HOMECOMING 50 PROGRAMI

TAC Mezunlar Derneği’nden 4 Mayıs Homecoming Günü için detaylı bir program daha yayımlanmamıştı. Yayımlanacak olan detaylı program, saatlerde bir kayma olsa bile, nasıl olsa 4 Mayıs için öngördüğüm etkinliklerin içine sığacaktı.

Programı WhatsApp grubumuza göndermeden birkaç gün evvel, görüşlerini öğrenmek için dört ayrı arkadaşıma gönderdim. “Ne dersiniz?” diye sordum. Onlardan gelen cevaplar şöyle oldu:

MUSA ONAR: “OK derim Mehmet.”

SADIK GÜNGÖR: “Süper! Bundan iyisi can sağlığı… Cuma yemek şelalede olabilir. Görüşebilirim, ama yer müsait olur zaten.”

KEMAL TARIM: “Gayet makul ve çekici…”

SIRRI ERGUN: “Çok güzel! Cuma günü şelalede hafif bir yemek de yenebilir. Lahmacun, vs. gibi.”

Tarsus’un “fındık” lahmacunu meşhurdur. Sırrı’nın lahmacun önerisini, şelale mekânında lahmacun olup olmadığını bilmeden Tarsus Şelalesi ziyaretine ekledim. “Şayet yoksa bile, Sadık nasıl olsa bir yolunu bulur, lahmacunları yaptırıp şelaleye getirtir,” diye düşündüm.   Dört kişinin bu görüşlerinden sonra, 2-5 Mayıs günleri için düzenlediğim Homecoming programını 30 Mart 2019 tarihinde arkadaşlarıma gönderdim.   

MEHMET GÜR: “Günaydın arkadaşlar. Bugüne kadar sizlerden gelen istekler, görüşler, olmazsa olmazlar, olursa hoş olurlar ve yaptığım muhtelif istişareler doğrultusunda hazırlanan 2-5 Mayıs Homecoming Programı aşağıdadır.

TAC Mezunlar Derneği, 4 Mayıs Cumartesi Homecoming Günü için sanırım detaylı program yayımlayacaktır.

Sevgiler.”

PROGRAM

2 MAYIS – PERŞEMBE

17:00 – 20:00                Otele giriş 👣, yerleşme, hasret giderme…❤❤❤😄😄😄

(Elli sene önce nerede kalmışsak, mavraya oradan devam!)

20:00 – 20:30               Mersin’de kebapçıya/bol kepçe lokantasına gidiş

20:30 – 23:00               Akşam yemeği

23:00 – ………                Mavraya devam…

(Mavra seansları: Herkes, anlatacağı bir Talas/Tarsus anısı hazırlasın)

3 MAYIS – CUMA

08:00 – 10:15              Otelde kahvaltı; yürüme sporu meraklıları için Mersin sahilinde 4-5 km yürüyüş, Sabah Mavrası

10:15 – 11:00               Şarkılar türküler eşliğinde Tarsus’a gidiş 🚌 (Hüsnü Özek – Ali İpek karşılaşmasının hikâyesi tamamlanacak)

11:00 – 12:30              TAC’yi ziyaret (Okulu faal durumda görmek için) 🎓 (İlave olarak, Homecoming günü oluşacak kalabalığa kalmadan, okulun “Hatıra” mağazasında sakin ortamda alışveriş olanağı)

12:30 – 12:45              Tarsus’ta şelaleye gidiş

12:45 – 14:45              Şelale sohbetleri; isteyenlere atıştırmalıklar: (lahmacun, tost, ayran, şalgam)

14:45 – 15:00              Sabri Gürani Çiftliği’ne gidiş 🚌

15:00 – 17:30              Sabri Baba Çiftliği’ni ziyaret (Müthiş halkalar bizi bekleyecek…!)

17:30 – 18:00             Mersin – otele dönüş 🚌  (Kemal Tarım yarım saatte (!) son elli senesini anlatacak…)

18:00 – 20:00            Serbest zaman, havuz başında mavra…

20:00 – 20:30           Mersin’de balıkçıya gidiş

20:30 – 23:00            Akşam yemeği

23:00 – ……….            Havuz başında Akşam Mavrası…

4 MAYIS – CUMARTESİ

08:00 – 10:15            Otelde kahvaltı; Mersin sahilinde 4-5 km yürüyüş

10:15 – 11:00              Tarsus’a gidiş 🚌  (Eser Gökler “Küba” maceralarını anlatmaya devam edecek. En son, “Kübalı güzellerin aşırı ilgisinden dolayı bir türlü giremediği denize girmek için otel odasından sabah saat 05:00’te çıktığı an…” sahnesinde kalmıştık.)

11:00 – 13:00              Tarsus Şehir Turu 👣 (Fazla güneşe karşı şapka, krem) (Sadık Güngör isteyen herkese paten veya 🛴 temin edecek) 😄

13:00 – 15:00             Öğle yemeği (Kebapçı Eyüp Ağa Kebaphanesi)

15:00 – 23:00             TAC’de HOMECOMING ETKİNLİKLERİ

Not: TAC Mezunlar Derneği, Homecoming Günü için sanırım detaylı bir program yayımlayacaktır.

💗 ✨🎇 🎈✨ 🎇 💗 🎠 🍽

(Spor Müsabakaları, Homecoming Töreni, Homecoming Yemeği, Canlı Müzik) (Serdar Balkan, “Konyalıya Bastırmam” şarkısını DO minörden 🎶 icra edecek 🎤.)

23:00 – 23:30              Mersin – otele dönüş 🚌 (Otobüste hafif şekerleme…)

23:30 – ……….              Gece kuşlarıyla Gece Mavrası

5 MAYIS – PAZAR

08:00 – 11:00              Otelde kahvaltı; Mersin sahilinde 4-5 km yürüyüş

11:00 – ……….              Dönüş 👣 🚓 ✈ 🛴 🛵 ❤❤❤

Nasihat verme gayesiyle söylenmiş bir özlü söz vardır. Şöyle der: “Sana başarı için tamamen geçerli bir formül veremem, ama başarısızlık için verebilirim: Herkesi her zaman memnun etmek için uğraşmak…” Dolayısıyla, hazırladığım program da herkesi yeteri kadar memnun etmeyebilirdi. Buna rağmen, arkadaşlarımdan olumlu dönüşler aldım.

TUNCER CELASUN: “Sevgili Mehmet, güzel olmuş; eline sağlık.”

UĞUR BABAÇ: “Bütün emeği geçenlere teşekkür ediyorum.”

MEHMET KAHYA: 👍

YUSUF DÜVENCİ: “Bu program bize uyar.😄

ESER GÖKLER: “Mehmet Kardeşim, bu program çok güzel olmuş. Senin ve diğer arkadaşların zahmetine teşekkürler.”

MUSA ONAR: “Sevgili Mehmet, emekleriniz için teşekkürler.”

SERDAR SOMER: “Nefis program. Sağ olasın Mehmet Kardeş.

DOĞAN EROĞLU: “Başta Mehmet, sağ olun, var olun. Bu arada tebrikler: Eser’i emojisiz konuşturdun. 😄

ESER GÖKLER: 👍

 

2 ve 3 Mayıs akşam yemekleri için yer seçimini daha sonraya bıraktım. Sırrı Ergun’un Mersin’de oturan kuzeni Hayri Ergun (TAC ’67) torun görmek için Amerika’ya gitmişti. Sırrı, Hayri’nin Mart   sonunda döneceğini söylemişti. Hayri dönüşünde lokanta rezervasyonlarımızı gerçekleştirdi. Ben de arkadaşlarıma bildirdim:

MEHMET GÜR: “Programdaki ‘fill in the banks’ kısımlarını da doldurduk:

  • 2 Mayıs Perşembe akşam yemeği: Salı Kebapçısı, 75 TL/kişi+içki
  • 3 Mayıs Cuma akşam yemeği: Rina Balık Lokantası, limitli içki dâhil 130 TL/kişi.

Sırrı Ergun’a ve kuzen abimiz Hayri Ergun’a lokanta işlemleri için çok teşekkürler. Cumartesi öğle yemeği için Tarsus’ta Kebapçı Eyüp’ü ayarlayan Sadık Güngör’e de kucak dolusu sevgiler.”

Sadık Güngör, Kebapçı Eyüp’ün bir reklam videosunu paylaştı: (Videoyu izlemek için tıklayınız.)

SERDAR BALKAN: “Mehmet ve Sadık Kardeşler, Cuma kahvaltı sonrası Tarsus Şelale’ye gidiyoruz. Onu da yazacaktınız, unuttunuz.”

MEHMET GÜR: “Ah Serdar ah! Cuma günü Tarsus Şelalesi’ne gideceğimizi biliyorsan, demek ki yazmışız, değil mi?”

DOĞAN EROĞLU: “Böyle müşteri düşman başına! Adam bir türlü tatmin olmuyor…”

Mehmet Kahya da anlamlı bir ‘antitez’ paylaşımında bulundu:

MASTER PIECE OF DOCTOR

Dr. Patxi Ulibarri is the medical director of The Bilbao Hospital in Bizkaia, Spain

This is an extract of an interview on local TV, where he was asked about food and sports issues…

Here it goes…

Question: Cardiovascular exercises prolong life… Is it true?

Answer: Your heart was made to beat a certain number of times and go… Do not waste those beats in exercises… Eventually, everthing is spent. Accelarating your heart will not make you live longer. : That’s like saying that you can prolong the life of your car by drıvıng faster. Do you want to live longer? Take a nap…

 

Question: What are the advantages of a regular exercise program?

Answer: My philosophy is: If nothing hurts you, you are fine and you do not have to do anything.

 

Question: Should I stop eating red meat and eat more fruits and vegetables?

Answer: You need to understand the logistics of efficiency. What does the lamb eat? Grass, fogler and legumes. What are those things? Vegetables! Then a barbecue is nothing more than an effective mechanism to place vegetables in your system. Do you need grains? Eat chicken!

Question: Should I reduce my alchohol consumption?

Answer: No way! Wine is made of fruit. Brandy is distilled wine, which means that they take the water out of the fruit and thus one takes advantage of it better. Beer is also made of grains… Get drunk!

Question: Are fried foods harmful?

Answer:  You are not listening to me! Today the food is fried in vegetable oil. Food is literally impregnated with vegetable oil. How can something vegetable be harmful to your health?

Question: Do push ups help reduce fat?

Answer: Absolutely NO! Exercising a muscle only causes it to increase in size.

Question: Does chocolate do harm?

Answer: Are you crazy? Cacao, another vegetable! It is a very good meal to be happy… And remember! Life should not be a trip to the grave, with the intention of getting there safe and sound with an attractive body and well preserved… Better to exceed: Beer in one hand, appetizer in the other, much sex and a body totally spent, completely used and screaming: It was worth it! What a trip!!!

  • If walking was healthy, the postman would be immortal.
  • The whale swims all day, only eats fish, only takes water and is fat!
  • The rabbit eats well, runs, jumps and lives only 15 years.
  • The turtle does not run and does not do anyting and lives 450 years!

If you can not find half of your orange, do not be discouraged… Look for half a lemon, add rum, ice, coke and be happy. Enjoy your life!

 

HAYIRLI CUMALAR

Dinden, imandan uzaklaşmadık herhalde! Birkaç Cuma arkadaşlarımın mübarek gününü renkli bir şekilde kutladım…

  • Trump şükür duasında…
  • Papa inceliyor…

31 MART – MAHALLİ İDARELER SEÇİMLERİ

Herkes seçimlere o kadar konsantre olmuş olmalı ki, 31 Mart günü WhatsApp gurubumuzda pek bir yazışma olmadı… Ben arkadaşlarıma bir koro tarafından seslendirilmiş Mülkiye Marşı’nın klibini gönderdim:

BUGÜN 1 NİSAN

1 Nisan şaka yapmadan geçirilecek gün olabilir mi? Yıllar önce bir arkadaşıma 1 Nisan’da telefon ederek, motosikletle İstanbul Boğazı’nın sularına uçtuğumu, kollarımda ve bacaklarımda kırıklarla hastanede yattığımı söylemiştim. Saçında bigudilerle kuaförden dışarı fırladığı gibi, bir taksiye atlayarak beni görmek için hastaneye gitmiş. Hastanede, ona Mehmet Gür adında bir hasta olmadığını söylemişler; “Size 1 Nisan şakası yapılmış olmasın…” demişler. Arkadaşım o zaman uyanmış; paparayı yemiştim…

Bu sefer de, bir gün evvel mahalli idareler seçimleri olmuştu… “Değerlendireyim bari…” dedim.    

MEHMET GÜR: “ Arkadaşlar, Bebek Mahallesi Muhtarı seçildim.”

KEMAL TARIM: “Ooo! Tebrikler muhtar. Hayırlı, uğurlu olsun.”

UĞUR KÖKSAL: “Hayırlı olsun.”

ALPTEKİN ORHON: “Tebrikler Mehmet.”

UĞUR BABAÇ: “Bravo, tebrik ediyorum.”

TUNCER CELASUN: “Tebrik ederim. Hayırlı olsun. Başarılar.”

MUSA ONAR: “Mehmet, İsviçre’de ‘işletme’ eğitimi mi görmüştün, yoksa 1 Nisan eğitimi mi?”

UĞUR BABAÇ: “Günaydın Musa! En uyanığımız sen çıktın. 😄

MUSA ONAR: “Seçim gecesi uykum kaçtığı içindir.”

Doğrusu, Musa yerine oturan bir cevap vermiş.

ESER GÖKLER: “Tebrik ederim Mehmet. Başarılar dilerim.”

SADIK GÜNGÖR: “Vaaaayyy muhtar! Makam aracın motosiklet olur bu durumda. Hayırlı olsun. Başarılar.”

UĞUR BABAÇ: “Musa, millet hâlâ uyanmadı!”

Uğur, “Millet hâlâ uyanmadı,” diyedursun, benim, işin detaylarını vermem lazımdı. Rahmetli arkadaşımız Cevdet Uygun, “Şayet bir yalan sallıyorsan, yalanla ilgili ne kadar çok detay verirsen, o kadar çok inandırıcı olursun,” derdi.

MEHMET GÜR: “İhtiyar Heyeti üyelerim müthiş! Heyette Bebekli dört hanım üye var. Toplantılarımıza beklerim; akıl, fikir verirsiniz…”

MEHMET NEŞŞAR: “Kedicikler mi?”

MEHMET GÜR: “Ne kedicikleri azizim! Adnan Hoca’nın tekkesi mi bu? Bunlar tavşan kızlar…

My Bonnie lies over the ocean,

My Bonnie lies over the Bosphorus.”

MEHMET NEŞŞAR: “Kedicikler de şişme, tavşan kızlar da. ‘Natural’ olanları yok mu?”

MEHMET GÜR: “Breaking News: Muhtarlığı kazanmama itiraz geldi. Rakibem şirret bir hatun, beni YSK’ya şikâyet etmiş. Neymiş efendim… Bebekli hatunlardan oy alabilmek için ‘yakışıklılığımı’ kullanarak haksız rekabette bulunmuşum.”

SADIK GÜNGÖR: “Ha ha ha!”

TUNCER CELASUN: “😄 😄 😄

KEMAL TARIM: “Mehmet’cim, o şirret kadın avucunu yalayacaktır. YSK bir ona bir sana bakacak, ona, ‘Böyle bir yakışıklı dururken sizi mi seçeceklerdi?’ diyecektir. İçini ferah tut.”

SELİM KALAFAT: “Maaşallah, maaşallah…”

Selim Talas’tan arkadaşımızdır. Tarsus-Lise’ye devam etmemiş olmalarına rağmen, Homecoming 50’ye katılacağını bildiren beş Talas mezunu arkadaşlarımızdan biridir. Benimle İstanbul’da aynı mahallede, yani Bebek’te ikamet eder.

MEHMET GÜR: “Fedakâr Talaslı ve Bebekli arkadaşım benim. Muhtarlığı kazanmam için çok çaba sarf etti.”

HÜSNÜ ÖZEK: “Serdar Balkan Bebek’e taşınmış diye duydum. Doğru mu Mehmet?”

MUSA ONAR: “İhtiyar Heyeti’ne girmek için torpil arıyormuş diye istihbarat aldım…”

MEHMET GÜR: “Bir aydır Bebek Otel’de ‘under-cover’ olarak yaşıyor… Gözüm onun üzerinde. Geleni gideni çok. Beşiktaş İlçesi kaymakamlığına oynuyormuş diye duyum aldım. Beni atlatamaz. Ben muhtarım!”

SERDAR BALKAN: “Kısmet. Boş konuşacağınıza kulis yapın, destek çıkın. Arkadaşlık bunu gerektirir. 😄😄”

İşte, bir 1 Nisan da böyle geçti… Başka kimseye şaka yapmadım.

 

Alptekin Orhon 21 Nisan günü bana Ankara’dan telefon etti:

“Selâm Muhtar, nasılsın?” diye ciddi ciddi sordu. Sonra, “Artık, Ankara’ya Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan muhtarlar toplantıları için gelirsin…” diye devam etti.

“Muhtarlığım 1 Nisan günü içindi azizim; o paylaşımı milleti işletmek için yaptım…” dedim.

“Yapma be! Yahu, ben cidden işledim. Bizdeki ‘muhtarlık’ imajı malûm… Ben de etrafımdakilere İstanbul-Bebek’te doğru dürüst bir adam muhtar oldu diye ballandıra ballandıra anlatıyordum…”

 

MORE MEMORIES

Uğur Babaç bir fotoğraf paylaştı. Fotoğrafı ilk defa görüyordum

  • Öksürük şurubu

MEHMET GÜR: “Bu ne lan? Eren, bu yine senin başının altından çıkmışa benziyor…”

EREN ÖRGE: “Öksürük şurubuyla kafa buluyoruz diye hatırlıyorum. Fotoğrafı Uğur gönderdiğine göre, suçlu kesin odur.”

Bizimkiler Tarsus’ta bir eczaneyi talan etmişlerdi galiba…

Uğur ikinci bir fotoğraf daha gönderdi. Bu fotoğrafı da ilk kez görüyordum. ‘İhtar cezası’ gerektiren bir suçun fotoğrafıydı. Neyse ki ‘zaman aşımı’ çoktan geçmişti…😄 Acaba Uğur’un zengin fotoğraf koleksiyonunda daha başka neler vardı? Biz Lise 1 öğrencileri iken çekilmiş bir fotoğraf olması gerek, çünkü fotoğrafta bizden iki sınıf büyük abilerimiz de vardı.

  • İhtarlık kumar

MEHMET GÜR   : “Vay, vay, vay! Uğur da masa başında abilerini pür dikkat seyrediyor, ‘Ben, bizim sınıftakileri tongaya nasıl düşürürüm’ diye düşünüyor.”

UĞUR BABAÇ: “😄”

MEHMET GÜR: Serdar Balkan da hevesli, ama iyi pozisyon alamamış; biraz arkada kalmış.”

UĞUR BABAÇ. “😄”

Tuncer Celasun’un gülücükleri her zaman boldur:

TUNCER CELASUN: “😄 😄 😄”

MUSA ONAR: Abiler: Giray Velioğlu, Yakup Dilmener, Caner Celepoğlu, Saffet Esen, Aykut Tuzcu ve Mustafa Esen olarak hatırlıyorum. Serdar Balkan, Uğur Babaç ve Muhlis Yararcan pokerin inceliklerini abilerinden öğrenmeye çalışıyorlar.”

MEHMET GÜR: Ali İpek’i atlama Moses.”

MUSA ONAR: “Mehmet, Ali’yi atlamak zor; en azından ceketinden tanırım.” 😄

HÜSNÜ ÖZEK: “Vay canına! Yoksa ekose ceketli, sırtı dönük Ali İpek mi?”

Hüsnü, kendini ele vermiş oldu: Rivayet doğruymuş. 😄 Talas’tan TAC’ye devam etmeyen Hüsnü’nün, yıllar sonra muayenesine gelen Ali İpek’i hiç tanımamış olması ve de galiba hafif yollu azarlaması meğerse hakikatmiş.

JOHN SNYDER EVİNİ SATIYOR

TAC hocalarımızdan John Snyder (Can Abi), Atlanta’ya bir gidişinde Doğan Eroğlu ve Serdar Somer ile çektirdiği bir fotoğrafı paylaştı:

TUNCER CELASUN: “Maşallah! Üç delikanlı.” (+ 5 adet )

ESER GÖKLER: “Evet, 41 kere maşallah!” (Eser 3 adet ile yetinmiş.)

MEHMET NEŞŞAR: “Johncoming”

Mehmet Neşşar burada ‘Homecoming’ kelimesini ‘Johncoming’ olarak yazarak güzel bir düzenleme yapmış diye düşündüm. Soru işareti koymamış olmasına rağmen ‘John geliyor mu’ diye sorduğunu algıladım. Aferin adaşım Prof Dr. Mehmet Neşşar’a…

UĞUR BABAÇ: “Mr. Snyder mı geliyor? Yoksa, yanlış mı anladım?”

DOĞAN EROĞLU: “Maalesef, Mr. Snyder gelemiyor. Ancak Atlanta’ya kadar resim, mavra ve anılarını getirdi.”

MEHMET GÜR: “Bildiğim kadarıyla, Can Abi geçen sene 50. mezuniyet yıllarını kutlayan ’68 mezunlarının davetlisi olarak geldi ve onlarla Homecoming 2018 öncesi Güneydoğu Anadolu turuna katıldı.”

EREN ÖRGE: “Esasında güzel bir şey yapmışlar. Artık biz de 60. yılda yaparız.”

UĞUR BABAÇ: “Gelebilseydi çok sevinirdim! Benim hayatımı en çok etkileyenlerden biridir Mr. Snyder. Neden gelmiyor?”

DOĞAN EROĞLU: “ Can Abi, can you please explain to your fans why you are not going to Tarsus? Poor Uğur is hit really hard with you not going.”

JOHN SNYDER: “Beyler, keşke bu yıl Homecoming’e gelebilseydim! Ancak, buradaki evimizi satmaya ve kızımıza (6 saat uzakta) yaklaşmaya çalışıyoruz. Kızım çok yakında bize ilk torunumuzu verecek (en sonunda) ve karım en kısa sürede hareket etmeye istekli.”

John Snyder bize İngilizce öğretirken, biz de ona Türkçeyi gayet güzel öğretmişiz. Can Abi’ye de bravo!

ESER GÖKLER: 6 adet “

TUNCER CELASUN: 8 adet “

MEHMET GÜR: “Torun için şimdiden tebrikler Hocam!”

UĞUR BABAÇ: “It’s a pity that you are not coming. You have given me so much, you can’t imagine. You were such a good photographer. You had an impressive voice, nice to listen to. The way you spoke, walked, sat, looked through your legendary glasses was simply cool. Thank you for everything.”

DOĞAN EROĞLU: “Can Abi’miz, çoğunluğunu yıllıklardan olan resimlerimizden derlediği 13-15 adet ’69 kolajı yapmış. Herbiri 60×90 cm gibi olan bu kompozisyonları çok seveceksiniz! Memoş, hemen sergi alanı düzenle.”

MEHMET GÜR: “Sen beraberinde mi getireceksin?”

DOĞAN EROĞLU: “Evet, Serdar’la aramızda bölüştük.”

John Snyder 169.000 USD’ye satma çabasında olduğu evinin fotoğrafını paylaştı:

MEHMET NEŞŞAR: “Hayırlı olsun!”

SERDAR BALKAN: “Neşşar, alıcı gibi duruyorsun…”

EREN ÖRGE: “Can Abi, valla ucuzmuş sizin oralar…”

MEHMET GÜR: “Şahane! Class of ’69 olarak USA – Alabama’da  başımızı sokacak ortak bir evimiz olsun! Ben de size banjo çalarım: I come from Alabama with my banjo on my knee…”

SERDAR BALKAN: “Sen al, biz sana sonra veririz. Valla söz!” 😄😄😄

ESER GÖKLER: “Wunderschönes Haus und auch noch preiswert.”

DOĞAN EROĞLU: “Ein Angebot machen, Herr Goekler 😄 Zufriedenheit garantiert!”

UĞUR BABAÇ: “Wow! Alles richtig! Wo hast du denn so gut Deutsch gelernt?”

Görüldüğü gibi, bizim sınıf Almancayı da sular seller gibi konuşur ve yazar. Tarsus Şelalesi’nin akış hızı bile geride kalır…

 

SON KONTROLLER

Arkadaşlarımla toplanmamıza bir hafta kala son düzenlemeleri ve kontrolleri yapmak gerekiyordu;

  • Sadık Güngör’ü arayarak, Mersin-Tarsus-Mersin güzergâhında ulaşımımızı sağlayacak otobüsün durumunu sordum.
  • Sırrı Ergun ve kuzeni abimiz Hayri Ergun’u arayarak ,Mersin’deki iki akşam yemeği için hazırlıkları sordum.
  • Sabri Gürani’ye bir ileti göndererek, 3 Mayıs Cuma günü çiftliğini ziyaret edeceğimizi teyit ettim.
  • Mersin Navona Otel’e bir yazı göndererek, rezervasyonumuzun değişiklikler sonrası son durumunu bildirdim.

  

… VE TOPLANDIK!

İnsanın eski arkadaşları ile beraber olması cidden bambaşka bir olay… Bizlerin ortaokulda ve lisede yatılı hayatımızı da içine alan arkadaşlığımız, kelimenin ifade ettiği anlamın da ötesinde… Şu özlü sözü çok beğendiğimden tekrarlıyorum: “No one in this world is rich enough to buy his own childhood and youth back. Only friends help to recreate those moments from time to time at no cost.”

Homecoming bize bu olanağı sağladı…

Gerisi bir fotoroman gibi aktı gitti:

2 Mayıs 2019 – Perşembe

Akşamüstü Navona Otel’de toplandıktan sonra Salı Lokantası’nda yemek yedik.

  • Otel lobisinde sohbet keyfi…
  • Navona Otel
  • Class of ’69 koruma altında…

 

  • Salı Restaurant

3 Mayıs 2019 – Cuma

Sadık Güngör’ün bizim için iki günlüğüne ayarladığı Mersin Büyükşehir Belediyesi otobüsü ile Mersin-Tarsus arasında mekik dokuduk.

  • Belediye otobüsüyle seyahat
  • Belediye otobüsüyle seyahat

 

TAC’yi ziyaret ettik. Hatıra eşyaları satışı yapan TAC Mezunlar Derneği mağazasından bol bol alışveriş yaptık.

  • Stickler merdivenlerinde eşlerle beraber…
  • Stickler merdivenlerinde 50 yıl sonra…
  • Tarsus’ta Talas Kampüsü girişi
  • Eski dostlar…
  • Memorabilia

 

Tarsus Şelalesi’nde Tarsus’un lezzetli fındık lahmacunlarını atıştırdık.

  • Tarsus’ta şelale civarı
  • Tarsus Şelalesi’nde yemek
  • Şelale görüntüsü

Büyük bir misafirperverlik örneği göstererek, bizlere Tarsus-Mersin arasında yer alan çiftliğinin kapılarını açan Sabri Gürani’nin çiftliğinde nefis tatlılar yedik. Sabri’nin tertiplediği “şalvar” piyangosu sonucu dokuz kişi (üç çift, üç bekâr) birer şalvar sahibi oldu.

  • Gürani Çiftliği’nde piyango kazananlar…
  • Uğur Babaç yerel giysiler içinde…
  • Gürani Çiftliği’nde
  • Koyu sohbet
  • Eser Gökler ve Sabri Gürani tavşan avına çıkarken…

Akşam yemeğinde Mersin’de Rina Balık Restaurant’da nefis deniz mahsulleri servis edildi.

  • Rina Balık Lokantası…
  • Rina Balık Lokantası…
  • Enteresan bir poz…

 4 Mayıs 2019 – Cumartesi

Bugün büyük gün, “Homecoming Günü”!

  • Okul girişi
  • Homecoming 2019 Programı


Rehber eşliğinde Tarsus’un tarihi mekânları (Ulu Cami, St. Paul Kilisesi, Kırkkaşık Bedesteni, Roma Yolu)   ziyaret edildi.

  • Şehir turu öncesi okul kapısı önünde          
  • St. Paul Kilisesi 
  • Ulu Camii
  • Kırk Kaşık Bedesteni
  • Tarsus’un içinden geçen Roma Yolu

Öğle yemeği Kebapçı Eyüp’te yenildi.

  • Kebapçı Eyüp’te
  • Kebapçı Eyüp’te

  • Kebapçı Eyüp’te

Mezunlar arası spor karşılaşmalarında sahaya takım çıkaramadığımız için hem futbol hem basketbol müsabakalarında diskalifiye olduk. Doğan Eroğlu ve Eren Örge bir gösteri maçında hünerlerini gösterdiler.

  • Sahaya çıkabilen iki cengaver…

 

Talas Yerleşkesi salonunda yapılan törende 50. Yıl plâketlerimizi aldık.

  • Homecoming töreninin yapıldığı Talas Kampüsü Amfisi
  • 101 yaşındaki Haydar Hoca ile…
  • Plaket töreninden sonra…

Video – Plaket töreni (Sırrı – Mine Ergun gönderecek)

TAC’nin geniş bahçesinde düzenlenen yemeğe ve müzik gösterisine katıldık. Hatta sahneye çıkarak TAC dönemimizden kalma iki şarkı söyledim. İlk şarkının başlangıcında ayarı bozuk amfinin gazabına uğradım.

  • Homecoming yemeği
  • Homecoming yemeği
  • Homecoming akşamı
  • The Beatles’dan You’ve got to hide your love away… (1965) Sahnede söylenen iki şarkıdan biri…

Neler yaptığımız o kadar önemli değildi! Önemli olan ELLİ YIL sonraki beraberliğimizdi…


5 Mayıs 2019 – Pazar

Geldiğimiz şehirlere, evlerimize döndük.

  • Video – Selma Örge
  • Video – Halûk Ertürk
  • Video – TAC Mezunlar Derneği (4 Mayıs 2019 – Homecoming 50.yıl)

Darısı 55.,  60. “Homecoming” toplantılarına…